Değiştirilen İstiklâl Marşı

Bir cumartesi günü saat tam 13’de Ankarada, Bakanlıklardan geçenler hayret ve şaşkınlık içinde duraladılar. Kulaklarına bir marşın nağmeleri geliyordu. Bu âşinâ oldukları bir melodiydi. Fakat ne kadar başka türlü çalınıyordu.

Doğrusu istenilirse duraklamağa değil, durmaya mecburdular. Zira, ne kadar değişik tarzda çalınırsa çalınsın, eğer yanılmıyorlarsa bu, İstiklâl Marşımız idi. Acele, çabuk, süratli bir hale getirilmişti. Sanki bir yürüyüş marşı olmuştu. Ahengi, o ağırlığı, tokluğu tamamiyle ortadan kaldırılmış, temposu alt üst edilmişti. Hele söylemeye katiyen imkân yoktu. Bandoların geçit resminde çaldıkları sıra marşlardan biri gibiydi. Yıldırım gibi çalındığından, pek kısa bir müddet içinde bitti.

Cumartesi günleri saat 13’de, Ankarada Bakanlıklarda resmî dairelerin üzerine bayrak çekilir ve bu münasebetle bir merasim yapılır. Millî Müdafaa Vekâletine bir askerî bando gelir, bayraklar direklerde yükselirken İstiklâl Marşımızı çalar.

İşte o gün – ve bugün – bu marşı acaip şekilde çalan o birliktir. Temponun değiştirilmesi için emir, bizzat yeni Genel Kurmay Başkanı tarafından verilmiştir ve kendisinin giriştiği “ıslahat hareketleri” arasındadır.

İstiklâl marşımızın zaman zaman tenkidlere yol açtığı bir hakikattir. Temposunun fazla ağır olduğu, söylemesinin güç bulunduğu da ileri sürülmüştür ve sürülmektedir. Fakat bunu değiştirmeğe bir genel kurmay başkanının kendini selâhiyetli görmesine şaşmamak elden gelmez. Değil genel kurmay başkanı, cumhurbaşkanı bile devletin resmî marşına dokunmak hakkına sahip değildir.

Eğer her isteyen marşları ve bayrakları kendi zevkine göre ayarlarsa, bu, içinden çıkılmaz bir keşmekeş doğurur, ne millî bayrak kalır, ne millî marş!

Bakanlıklarda askerî bandonun hususî emirle çaldığı o acaip şey, İstiklâl marşımız olmaktan çok, ama pek çok uzaktır. Bu marş bir kanun mevzuudur ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tâdil edilebilir. Yoksa ona, beğenilse de beğenilmese de hiç kimse ilişemez.

Marşı işitenlerin duydukları hüzün ve şaşkınlık buradan ileri gelmektedir.

Fazla düşünülmeden verilen emrin geri alınması ve İstiklâl marşının askeri bandolar tarafından da gerektiği gibi çalınması, derhal yerine getirilmesi icap eden bir husustur.

Bu meselenin üzerinde, düzeltilinceye kadar, her hafta büyük bir titizlikle duracağız.

Akis, 31 Temmuz 1954, sayı: 12, s. 9

Nazım Hikmet: "Bizim İstiklâl Marşında aksayan bir taraf var"

Saat beşe on var.
 
Kırk dakika sonra şafak
    sökecek.

Metin Önal Mengüşoğlu - Müstesnâ Şair Mehmed Âkif

Bence İstiklal Marşı, Mehmed Âkif nezdinde neticede bir şiirdir. Onun modern bir ayine dönmesini ve dönüştürülmesini arzular mıydı?

Nihad Sami Banarlı: "Türk İstiklâl Marşı, şiir kalitesi ve söyleyiş güzelliği bakımından, yeryüzündeki millî marşların hiç birisiyle ölçülemiyecek kadar üstün ve derin mânâlı bir şiirdir."

SÖZE merhum Süleyman Nazif'in bir makalesini hatırlayarak başlıyacağım. Milli iftihar ve ıztıraplarmızla yuğrulmuş, canlı ve ateşli nesirleriyle Süleyman Nazif,

Millî tasarruf ve Halk edebiyatı

İstiklâl marşını yapan şair (Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl) tarzında yani kendi diliyle konuşurken...

İstiklal marşı, bir kere marş olarak yazılmamıştır...

Bir millî marşa olan ihtiyacımız etrafında yaptığımız neşriyat, şehrimiz musiki âleminde ve Darülfünun muhitinde derin akisler uyandırmıştır.

Kutlu Olsun!

Bizim milli renklerimizi gördükten sonra Mehmet Âkif'in şiirindeki şafak teşbihini onlara da maletmek...

Bülend avazla ve kemali mehabbetle Tekbir etmişler.

Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.