Sayın Suphi Koçak,
Asil duygularla yazılmış, Altıntaş’ta yazılıp Kütahya’dan postaya verilmiş mektubunuzu aldım. Mektubunuzun yazıldığı yere ve pulunun üzerindeki posta damgasına böyle sıkıdan sıkıya dikkat edişim sebepsiz değildir. Çünkü bundan önce oralardan aldığım iki mektup, bir defasında -bir yazımda israiliyyat kelimesini kullandığım için, bu kelimenin mânasını anlamıyan bir cehaletle- bana “dinsizlik, dine hürmetsizlik damgasını vurmağa yeltenmiş; sonra yaptığım bir açıklama üzerine İstiklal Marşı aleyhinde bulunduğumu yazmıştı.
Şimdi Kurt köyü kahvesinde: “ulus muharrirlerinden Nurettin Artam bile hararetli milliyetçi gözükürken İstiklal Marşının değiştirilmesi lehinde şunun, bunun mütalâalarına iştirak etti” diyen vatandaşın o mektupları gönderenlerden birisi olmasına ihtimal veririm.
Temiz bir duygu ile uzaktan uzağa bana bir sevgi beslediğinize kanaat getirdiğim için size yazmak isterim ki benim İstiklal Marşı aleyhinde tek bir satır yazım çıkmamıştır.
Rahmetli şair Mehmet Âkif’i çok sevip çok sayanlardan birisi idim. Şunu bunu sevmekte, şuna buna iltifat etmekte pek cömert olmıyan büyük şairin gerçek sevgisini kazanmış olmakla da övünürüm. Âkif’in “Asım” ismini taşıyan ve içinde Çanakkale destanı yer alan kitabı daha basılmadan önce bir gece şairi tarafından benim evimde okunmuştu. İstanbul’da aynı köyde otururduk. Mısır’a gittikten sonra da Kahire’den Hilvan’a kadar gidip elini öpmüş, hastalanıp İstanbul’a gelince kendisini göreyim diye Ankara’dan Beyoğlu’ndaki Mısır apartmanına kadar koşmuştum.
İstiklal Maşını nasıl yazmıştı, nerede yazmıştı ve onun hakkında neler düşünüyordu? Pek yakından biliyorum.
Edebî bir mülâhaza ile bir marşın güftesi aleyhinde bulunmak bir insanın milliyetsiz ve komünist sebep olamaz. Fakat Âkif’in en yakınlarından birisi olan benim bu türlü bir şey yazdığımı hafızası ve namusu olan bir kimse iddia edemez. O imanlı ve heyecanlı eser hakkında yazdıklarımı bir araya getirseniz belki küçük bir eser olur.
Kurt köyü kahvesinin peykesinde kulak dolgunluğu ile nutuk kesen zavallı vatandaşı birisi aldatmış olacak; aldatmasaydı, “bir komünist muharrir ciltlerle yazı yazar, eserinin çeşnisinden hiç şüphelenmezsiniz. Fakat o yüzlerce sayfalı kitabın içine beş kelimeden ibaret bir cümle sıkıştırır ve maksadı uğrunda bir adım atmış olur. İşte Nurettin Artam’ın yazıları içinde İstiklal Marşının değiştirilmesi hakkındaki tasvîpkâr cümlesi de bunlardan biridir” gibi sözler yumurtlamazdı.
Çeyrek asırdanberi, hangi dâvanın peşindeyim, beni tanıyan da, okuyan da, dinleyen de bilir. Fakat kimi zaman şuna buna aldanarak kahve peykesine çıkanlar ve yahut bana uydurma imza ile mektup yazanlarda görülebilir. Belki de bunlar, farkında olmaksızın, zahirde aleyhinde bulundukları kızıl davanın sinsi ajanlarının elinde masum ve zavallı kuklalardır.
O sebeple aziz okurum, üzülmeyiniz. Gerçek milliyetçi olanlar da, gerçek kızıllar da bizim meşrebimizi, mezhebimizi bilirler. Nitekim siz de tanımadığınız halde Altıntaş’ta altın gibi sözlerle beni savunmuş değil misiniz?
Bir zamanlar büyük filozof İbni Sina için “kâfirdir!” demişler; o da Farsça bir rübai ile buna cevap vermiş. Türkçesini yazayım: “benim gibi bir kimseye kâfir demek öyle kolay söz değildir. Benim imanımdan yüksek iman yoktur. Farzedin ki benim gibi birisi daha var; ona da kâfir diyeceksiniz. O halde bütün dünyada tek Müslüman kalmıyacak!”
İbni Sina kadar yukarıdan konuşmak saygısızlığını gösteremem. Fakat dâvasından ve imanından benim kadar emin olan bir kimseye kahve peykesinde yeren kimsenin emeğine acırım.
Onlardan kendime saygı ve sevgi istemiyorum. Size teşekkür için bu satırları yazdım. Yurdun içinde ve dışındaki kızılları bile güldürecek sözlerle hiç olmazsa Âkif’in aziz ruhunu tedirgin etmesinler.
T.İ. (Nurettin Artam), Ulus, 23 Mart 1948, s.2
Bir edebiyatçı arkadaşımı Kalamış'ta ziyarete gitmiştim. Sonradan okul müdürlüğü yapan tanınmış öğretmen Hıfzı Tevfik'ti bu. Fuat Paşa arsası denen metruk bir bahçeden Dalyan tarafına dalgın yürüyorduk.
Bugün yeryüzünde bağımsızlığını kazanmış ve devlet haline gelebilmiş her milletin bir bayrağı vardır. O halde bayrak hür bir milleti temsil eder. Bayrak ile milli marşı ise çok yakından ilgilidir. Zira bayrağı olan her hür devletin bir de milli marşı vardır. Bu marş ki, o milletin bayrağı göndere çekilirken milli duygularını kükreten ve “İşte hürüm bayrağım göklerde dalgalanıyor” dercesine istiklâlini dünyaya haykıran milli andıdır.
Bir kahraman emekliye ayrıldı
Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...
Niçin bir millî marşımız yok?
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.
"Unutulmayacak ve beni andıracak bir eserim varsa, o da "İstiklâl Marşı"dır."
- Son yazdığı eseri Mısır'da okudum, hayret ettim. Koca Hâmid eserlerinde hâlâ gençliğini yaşıyor.
Milli Müdafaa
Milli Müdafaa Vekâleti Temsil Bürosundan bir mektup aldık. Bu büro, resmî dairelerin içinde en iyi ve en faydalı şekilde çalışanların hemen başında gelir. Buna rağmen, İstiklâl Marşı mevzuunda verdikleri izahatın bizi tatmin etmediğini, bilâkis daha ziyade hayrete düşürdüğünü söylemek zorundayız.
Mektup şudur:


