TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(III)

Türk değilim demenin suç mu, günah mı, cürüm mü, kabahat mi olduğunu anlamağa çalışırken Türküm demenin de bir marifet olmadığına akıl erdirmek gerek. Ne dersek diyelim özümüzü sözümüze katmağa lâyık olmamız gerekiyor. Bu meyanda elbet Türklüğe liyakat mümkündür. Bu da ancak insanın kendindeki aceleci, cimri, nankör hususiyetleri fark edip ıslah olma istikametinde yön tutuşuyla mümkündür. Tarihin bir çağında bu yön tutma saikiyle Türk olunduğunu anlamak dünyaya zebun olmaktan kurtuluşa, eşyayı süslü ve parlak görmekten vazgeçmeğe methaldir. 

Bu belli, çağıyla belirlenmiş bir karakterde uzlaşmış insan topluluğuna mensubiyet anlamında Türk olmak insana Türk haricindeki kavimlerin milliyet hususunda uğradıkları âlemşümul yanılsamadan arınma başarısı getirir. Başarısızlar elbette var. Modernlik öncesi ve sonrasında başarısızlar hep oldu. Hiçbirimiz anamızın karnından üstün karakterin temsilcisi bir başarılı zat olarak doğmadık. Bu yüzden başarısızların Türk değilim demelerini hayretle karşılamayız. Onları hoş görme ahmaklığına ise asla düşmeyiz. Dahası var: Başarısızların Türk değilim demelerini hayretle karşılamaz oluşumuz bizi ne başarısızlığı mükâfatlandıran aymazlık içine daldıracak, ne de Türk değilim diyenleri mükâfatlandıranların hak ettikleri cezayı geciktirme havalarına sokacaktır. Suyun bulandırılmış olması bizi açlığımızı giderecek balığı avlama amelinden alıkoymayacak.         

Birisi, birileri Türklüğü bana sana altın tepside sunacak değil. Vaziyet ne kadar tuhaf, ne kadar can sıkıcı görünürse görünsün amellerimizin ecrini niyetlerimize göre alacağımıza inanıyorsak ve niyetimiz var olduğunca ömrümüzü emr-i b’il ma’ruf, nehy-i ani’l-münker istikametinde geçirmek ise; mecburuz bulanık suda balık avlamağa. Doğru davranmak için, yanlışı terk etmek için bize yarar balığını bulmağa icbar edildiğimiz suyun berraklaşmasını bekleyemeyiz. Doğru davranma kıvamını tutturabilmek için keyfimize halel getirmeyecek şartların doğması hayalini kafamızdan geçiriyorsak ahlâkı askıya almışızdır. Her cismi, her ismi de, cismimizi de ismimizi de yaratan Allah’tır. Hilkatte kusur yoktur. Allah kimsenin sırtına kaldıramayacağı yükü sarmaz. Kur’an bir yere ve bir vakte boşuna inmedi. Biz belli bir yerde ve belli bir vakitte boşuna yaratılmadık. İşimiz mevcudiyetimizin yaratıldığı yer ve zamana münasip yaratılmıştır.   

Akıl nakle rehberlik edemez. Her ne kadar insan oluşumuzun açıklaması yaratılmışların en şereflisi tarzında yapılsa da yaratılışın ve Yaratıcının sırrını çözmek ne bizim, ne de yaratılmış bir başkasının üzerine vazifedir. Giderek hilkatte kusur bulmakla şeytanlaşmağa başlanılan yere varmış olacağız. Hilkatte kusur bulduğun an kendini Allah yerine koymuş olursun. Biz yaratılma mevzuunun malzemesi olanlar için işitmek ve itaat etmekten başka vazife yok. Ne  apaçık ise onu işitecek, ne besbelli ise ona itaat edeceğiz. Vazifemizi yerine getirmekten kaytarmağa bahane uydurmayalım. Kaytarıcı tavrımıza ne avlandığımız suyun bulanıklık derecesi, ne de tutmak istediğimiz balığın cesameti mazeret teşkil edecektir. Bile isteye giriştiğimiz çabada sebat etmeğe, ondan yan çizmemeğe mecburuz. İnsana hilkaten kirlenmiş bilinçleri arındırma gücü verilmiş değildir. Hidayete erdirici de, yoldan saptırıcı da Allah’tır. Kâinata çekilip çevrilme canlılığı veren yalnızca Allah’tır. İnsanın bu hadiseye dahli ise sadece duasıyla olur. Bize mesuliyet yükleyen hayra mı, şerre mi dua ettiğimizdir. Dünya başka bir mahlûka değil, insana musahhar kılınmış, buna mukabil ve bununla birlikte insan bilinçteki kire rıza göstermeyerek ahlâkını yükselteceği müjdesiyle taltif edilmiştir. Yani düzeltirsem sözünü düzelirsem sözünden önce söylediğimizde kendimizi başarısızlığa mahkûm etmiş olacağız. Kendine hayrı dokunmayanın bir başkasına fayda sağlaması mümkün değil. İslâm, iman, ihsan… Sırayı şaşırmayalım.    

Şaşmak, şaşırmak, sapıtmak üzerimize vazife olmayan işlere karışmanın neticesi olduğu kadar sebebidir de. Bu bahse taalluk ettiği kadarıyla kâfirler Tanrı’nın varlığına birçok delil getirme zevkine dalmış gitmişler, imanı bir ikna meselesi şekline getirmekle her türlü nifakın zeminini pekiştirmişlerdir. Sözü edilen delillerden başlıca ikisi “ontological (varlıkbilimsel) argument” ve “cosmological (evrenbilimsel) argument ibareleriyle anılır. Biz Müslümanlar kendimizi ne bir Tanrı’nın varlığı ve ne de o Tanrı’nın Allah olduğu meselesiyle meşgul etmekle mükellefiz. Eğer kafamızda kâfir teologisine dair fikirler dönmekte ise; buna  sebep İslâm’ı itikadî bir zenginlik olarak kavramaktan uzak tutuluşumuz ve giderek itikadî zenginlik kavramından mahrum bırakılışımızdır. İslâm’ı şifa olarak  fark etme yolu kendi yarasından haberdar olmayana kapalı tutulmuştur.             

İsmet Özel, 14 Eylül 2014

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.

 

ABD KEMALİST TÜRKİYE’YE HİÇBİR ŞANS TANIMADI

En şık beyan ediliş biçimiyle “La Turquie Kemaliste” bir ham hayal mahsulüdür. Bil fiil olmasa bile bil kuvve vardır deme densizliğine bile yer yok. Türklükle alakası olsun olmasın kendini zaman içinde “Kemalist” diye tanıtan fertlere rastlanmış olduğu inkâr edilemese de; ne Mustafa Kemal hayatta iken, ne de ölümünden sonra bu yaftaya sahip çıkan bir zümre tebellür etmiş ve ne de böyle bir fikriyatın mevcut olduğunu tevsik ettiğine kanaat getirebileceğimiz metinler doğmuştur. 12 Eylül 1980 müdahalesi akabinde doğmuş olan Kemalizm’in itibar kazanma ihtimali idi ve bu ihtimal 10 Ağustos 2014 seçimiyle ABD tarafından yok edildi. 

Türk Olmak İçin

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı?  Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa;  olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez.  Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı?  Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir.  İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor.  Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.

Türkiye'nin Önü Manialarla Doldurulmuştur

Doğumumuzu “dünyaya gelmek” mastarıyla dile getirmemize imkân sağlayan bir lisan Türk Milleti’ne ihsan edildi. Böylelikle dünyaya başka bir yerden gönderilmiş olduğumuzu dile getirebiliyoruz. “Dile getirmek” mastarıyla tekellüm edişimiz ise bizde evvelen doğmuş / dünyaya gelmiş olan bir meramın kelâma kavuşmasına işaret ediyor. Hidayet Rehberi  Kur’ân-ı Kerim menşeli bir lisan olarak Türkçe, sadece bedenimizin değil, amellerimizin de yaratılmış olduğunu bize hatırlatıyor.
 
İstiklâl Marşı Derneği üyeleri olarak bir sebebe istinaden dünyaya “gönderilmiş” olduğumuzu biliyor, o sebebin “dile getirilmesi” vesilelerini de birer hediye olarak görüyoruz. Genel Başkanımız İsmet Özel ile, dünyanın ahvalinden ayrı düşünemediğimiz Türkiye’nin ahvalini ve kendi halimizi konuşmayı hediyeleşmek kadar değerli görüyoruz. Mülaki oluyoruz. 
 
12.11.2011 tarihinde İstanbul Şubemizde, üyelerimizin huzurunda gerçekleştirilen ilk mülakatımızı aşağıdaki satırlarda okuyabilirsiniz.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(I)

Allah nasıl Türklerin diğer milletlerden olan bariz üstünlüğüne bilhassa Hıristiyan takviminin 24-26 Ekim 1596 günlerinde cereyan eden Haçova Meydan Muharebesi’nde teberrüken işaret etmiş idiyse; aynı Allah XXI. Hıristiyan asrının 2007. senesinde de Türkiye’nin ve Türklerin hem AKP yobazlığından ve hem de AKP yobazlarından kurtulmasına vesile olacağı iradesiyle İstiklâl Marşı Derneği’ni yaratarak beni, ben İsmet Özel’i bu derneğin başına getirdi. AKP’ye  niçin yobaz demekteyim? Bu sualin cevabına Millî Selâmet Partisi’ne Millî Melâmet Partisi adını takan Necip Fazıl Kısakürek vasıtasıyla ulaşmayı teklif ediyorum. Necip Fazıl’ın kimin yobaz olduğuna dair izahatı şöyleydi: “Adama yarın yeşil elbisesini giydiği takdirde öleceğini bildirdiğiniz zaman o size cevap olarak, böyle şeylerin cereyan etmeyeceğini ve size bu tarz sözleri bâtıl itikadın söylettiğini iddia eder.

AKP Kapanamaz, İstiklâl Harbi'nin Mağlupları AKP'yi Kapattırmaz

Savaş alanı ve barış masası. Bu ikisinin şartlarının birbirine uymadığını herkes bilir. Dikkat gerektiren durum odur ki, biz Türkler barış masasında İstiklâl Harbi kazanmış bir millet değiliz. Bilakis, Batum’u ve Batı Trakya’yı barış masasında kaybetmiş bir milletiz. Biz o milletiz, kalbinden İstiklâl Harbi’ni kazanan orduyu doğuran, o orduya ithaf edilen İstiklâl Marşı’nı, kalbinden doğuran millet biziz. Türkiye’de bir ikinci millet yok.

PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU

Modernlik dünyada bulunup bulunmadığımız hususunda şüpheye düşmemizle başlar. Modern düşüncenin fitilini ateşleyen Descartes şüpheyi ortadan kaldıran kişinin adı olarak bilinir. Onun verdiği cogito ergo sum hükmü hayatımızı müşahhas hale getirdi. Müşahhas demek şahıs haline girmiş demek.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(II)

Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.

ÖLEN ÖLDÜ KALAN SAĞLAR HÂİNDİR

Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu.