İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Ne denilmiş oluyor Sadi Hoşses’in Karcığar makamındaki şu şarkısında? “Bir gün gelecek sen de beni anlayacaksın / Ettiklerine nâdim olup, ağlayacaksın. Heyhat o zaman âşıkını bulmayacaksın / Nakarat…” Güftekâr yaşını başını aldığı bir zamanda çok genç birine mi tutulmuş? Aynı şeyin yaşlandığında sevdiğinin de başına geleceği ikazında mı bulunuyor? Eğer öyle ise pişman olduğunda niçin âşıkını bulmayacak? Âşığı o zaman ölmüş mü olacak, yoksa o âşık gönlünü artık bir başkasına kaptırmış mı olacak? Bütün bu suallerin cevabı dinleyenin yorumuna bırakılmıştır. Yürekten benimsenen şarkı güftelerinde suallerin cevabı çoğu kez dinleyenin yorumuna bırakılırdı. Radyo günlerinde şarkı programlarını topluca dinleyen ev kadınları ve genç kızlar güfteleri anons edilmeyen şarkıları numaralayarak “birincisi benim… ikincisi benim… ilh…” diye paylaşırlar, şarkı söylendiğinde çoğu kez cins-i lâtifin ağzından “Ah, tam da üzerime çıktı” sözleri dökülürdü.
“Bir gün gelecek…” fikri uzun zaman Türk toplumunun içinde muhafaza ettiği bir fikirdi. Şimdilerde edindiğimiz intiba bu muhafızlığın terk edildiği yönündedir. Türkler niçin artık içlerinde “Bir gün gelecek…” fikrini bulundurmuyorlar? Çünkü modernleşme bahanesiyle yürütülen Batılılaşma politikaları hem toplumun bir kesimini yıpratıcı bir düş kırıklığına uğratmış ve hem de çoğunluğu teşkil eden büyük kesimini bir bataktan diğerine sürüklemiştir. Başta saray olmak üzere Türk toplumunun ileri gelenleri Avrupalı ülkelerin Osmanlı yönetimine yapıştırdıkları yaftayı hiçbir tenkide tâbi tutmadan kabullendi. “İlericiler”in II. Abdülhamid’de gördükleri müstebit bir “kızıl sultan”dan başkası değildi. Nitekim padişahı gıyabında Avrupa’da yargılattılar. Böylece II. Abdülhamid’in giydiği hüküm beynelmilel bir kaziye haline geldi. Acaba II. Abdülhamid’e “ulu hakan” diyenlere gerici sıfatı vermek isabetli olur muydu? Hayır, olmazdı. Çünkü onlar Türk toplumunun idamesi için gereken bütün yüke, hem de fazlasıyla omuz verenlerdi. Aynı zıtlaşmayı günümüzde çok daha incitici bir biçimde yaşıyoruz.
“Bir gün gelecek…” fikrinden kopulmasına hayıflanmıyorum. Bu fikirden kopulması beni memnun da etmiyor. Hayıflanmıyorum; çünkü hayale dalmanın insan ruhuna fayda vereceği düşüncesine sahip değilim. “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar” yaklaşımına olan husumetimi yıllar önce dışa vurmuştum. Beni bu görüşe Allah’tan istemeği bilme şuuru yöneltmişti. Beni kopuş memnun da etmiyor. Zira beklentisiz toplum çürümüştür. Hem hayale dalmayacağız, hem de çürümeğe direneceğiz. Nasıl olacak bu? Bu, yaptığımız işin keyfiyet derecesini yükseltmemizle gerçekleşecek. Yanlış anlamayın: Alelade dolandırıcılıktan mümkün olduğu kadar çabuk nitelikli dolandırıcılığa geçmeği önermiyorum. İşini daha iyi yapmak isteyen kişi o işin yapılmağa değer olup olmadığı hususunda da bir karara varmak zorundadır.
Dört yüz yıl süren Batılaşma hevesi sonunda modernleşmeden payımıza ne düştü? Payımıza hiçbir şeyin düşmediğini bugün Türk tabiiyetindeki kimselerin Avrupa ülkelerinden biri veya ABD, Kanada tarafından vatandaşlığa kabulünü bir kazanç addetmelerinden anlıyoruz. Dünyanın her yerinde insanlar kurtuluşun paçayı şahsen kurtarmakta saklı olduğu zannına saplanma hatası içinde debeleniyor. Modernlik dünyada şahsi teşebbüsün İslâm’a ters istikamette taçlandırılması suretiyle yayılmasına sebep oldu. Antik çağın hâkim sınıflarına mahsus değerler kitlelere emdirildi. Dolayısıyla bugün artık hepimiz “sırat-ı müstakim” fikrinden tamamen koptuk. Teknologinin kendi başına bir değer ifade etmediğini ve sadece bozuk karakterdeki insanların teknologiyi suiistimal ettiğini sanıyoruz. Oysa Kur’an bizi bu fahiş hataya düşmekten kurtarmak için indirildi. İslâm’a girmekle şahsi teşebbüsün kıymetini bilmiş oluyoruz.
İslâm ahlâkına her zamandan daha çok bilhassa şimdi muhtacız demiyorum. İslâm şeffaf, açık ve doğrudandır. On beş asırdır İslâm’a dair hiçbir şey sapmaya uğramamıştır. Kur’an doğru yerde, doğru zamanda ve doğru bir biçimde indirilmiştir. Yanlış olan bizim dünya sevgimiz ve Allah’tan değil de ölümden korkumuzdur. Eğer dünyaya taparcasına sevgi duymamış, bize aba altından gösterilen sopadan korkmamış olsaydık dünya cenneti vaatlerine burun kıvırır, her türden tiranlığa mazeret uydurmazdık. Birrü’l- vâlideyn’e ne kadar sadakat gösterdik? Gerek anne ve gerekse baba olarak evladımızın, kızlarımızın hakkına ne derecede riayet ettik? Hısım-akraba ilişkileri hakkında ne biliyoruz? Kur’an-ı Kerîm’in bize hak ve haksızlık söz konusu olduğunda miktarın ve mikyasın değil keyfiyetin önemli olduğunu öğretmesi gerekirdi. Bizim keyfiyetin değerini bilmeğe meylimiz oldu mu?
İslâm dairesi içinde yer almanın bize Allah rızası için yaşamak ve Allah rızası için ölmek dışında hiçbir şeyde gözümüzün olmadığını, hiçbir şeye kulak asmayacağımızı öğretmesi gerekiyor. Bunun elbette boyacı küpüne dalıp çıkmak gibi bir sonuç vermeyeceğini biliyoruz. Bu hususta da nasihati bize Kur’an veriyor. Olgunlaşmak zaman istiyor. Olgunlaşmanın sırası bize İslâm-İman-İhsan olarak gösterilmiştir. Bu sırayı takip etme bilincine talip miyiz? Talipsek hangi iş üzerindeysek o işin hakkını vermeğe bakalım. “Bir gün gelecek” avuntusuna kendimizi kaptırmayalım.
İsmet Özel, 30 Rebiülahir 1447 (22 Ekim 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün


