İSMET ÖZEL KİTAPLARI
Eksik gedik bile olsa bir vatan sahibiyiz biz Türkler. Bir vatan sahibi oluşumuz İstiklâl Harbi’ni başlatmışlığımız sebebiyledir. Bir avuç Müslüman “Topraklarımızı gâvur eline bırakmayız” bilinciyle işe girişmemiş olsaydı şu anda vatan sahibi olmayacaktık. Sahip olduğumuz şey kıymeti hiçbir bakımdan gözden kaçırılamayacak bir toprak parçasıdır. Türkeli’nde bunun bilincine varmış kaç kişi olduğunu tahmin edemiyorum; ama bilinçlilerin sayısının dikkati çekecek adede varmadığını rahatça tahmin ediyorum. Misâk-ı Millî hudutlarından en büyük tavizi verenlerin idaresine terk edilmiş bir vatanımız var. Bu vatanda gözü olan çok sayıda ecnebi her zaman oldu ve halen var. Ancak durumumuz içi hıncahınç müşterilerle dolu bir kasap dükkânının durumuna benzemiyor. Benzeseydi, elimizdeki işi bitirir bitirmez “-Sıradaki!” diye seslenecektik. Yani kimin Türk topraklarında gözü varsa onlara hizmetle mükellef değiliz. Bilâkis, ecnebilerin Türklerden talepleri hususunda olanca dikkati elden bırakmamamız gerekiyor.
Kur’an dünyanın herhangi bir döneminde, dünyanın herhangi bir kısmında ve insanların bazı meselelerine çözüm getirmek üzere indirilmedi. Yani elimizde dünyanın geçireceği bütün çağlarda, dünyanın her milimetre karesinde geçerli olacak ve insanların önüne aldığı meselelerin tümünü kapsayacak yeterlilikte bir Kur’an-ı Kerîm var. Türkeli’nde ve yerkürenin herhangi bir yerinde İslâm düşmanlarının icat ettiği “1400 yıl geri mi gideceğiz?” sualinin cevap vermeğe değecek bir ağırlığı yoktur. Bilâkis, Kur’an öyle bir çağda, öyle bir yerde ve öyle bir dille indirilmiştir ki insanların elinde Allah’tan kaçmak için ne bir zaman aralığı, ne de daracık da olsa bir mekân kalmıştır. Belki de bu sebepten Türkler Diyar-ı Rûm’u Dâr-ül İslâm kılmakla kalmamış bu topraklarda yaşayan kitap-ehli zevata İslâm inancı doğrultusunda bir kıyafet biçmiş, Nil sularında bir bebek olarak ele geçen şahsın ümmetine Musevî, Beytlehem’de değil de Nasıra’da doğup göğe ağan marangozun ümmetine Nasranî demeği uygun görmüşlerdir.
Modernizmin büyüsüne kapılmadan önce Müslümanlar çevrim-içi bir hayat yaşıyordu. Türk toprakları yüzyıllar boyunca ham madde ithal eden, mamul madde ihraç eden yerlerdi. Şeker Ortaçağ boyunca Avrupa’da ithal malı lüks bir madde olarak görüldü. Şövalyelerin yemekten sonra tavandan sarkıtılmış kristal şekeri yaladıkları rivayet edilir. Makinalı üretimle sabun elde edilinceye kadar Avrupalı sabunu Türk topraklarından ithal etmekteydi. Fransızlar yüzyıllardır alışık oldukları sabundan farkını belirtmek için şimdilerde kullandığımız sabuna “savon de Marseille” Marsilya sabunu derlerdi. Hâsıl-ı kelâm, İslâm’ın gölgesinden çıkmadığı sürece Türk toprakları çaresiz ve muhtaç duruma düşmedi.
Bereket içinde geçen hayatlarına rağmen Türkler refah seviyeleri bakımından dikkat çekici değillerdi. Türkleri kanaatkârlıkları ve sağlam karakterleri tarihte dikkate değer hale getirmişti. Türkler kanaatkârlığı ve sağlam karakteri nereden istihraç ettiler? Zerrece şüpheniz olmasın ki İslâm’dan! Çünkü İslâm her ferdin hayatını tepeden tırnağa olduğu gibi yediden yetmişe tanzim ediyordu. Müslümanlar hayırda yarışmakla gururlanıyorlardı. Borçlu kalmamak her Müslümanın yüksekliğinin karinesiydi. Bir zatın Müslim mi, gayri-Müslim mi olduğunu kılığı, kıyafeti dışında oturduğu evden de anlayabilirdiniz. Gayri-Müslimler evlerinin cephesini gri renkte, Müslimler aşı boyası renginde tutarlardı. Zengin bilinmek makbul olmadığı için de göze batacak büyüklükteki ev sanki orada iki ayrı aile oturuyormuş intibaı uyandırmak kastıyla iki ayrı tonda boyanırdı.
Geçen zamana ve Türk toplumunun hallaç pamuğu gibi savrulmasına rağmen neyi kaybettiğimizi hatırlayabilecek miyiz? Görünüş hiç iç açıcı değil. Demek ki Allah’tan ümit kesip kesmediğimiz hususunda ciddi bir imtihandan geçiyoruz. Allah’tan ümit kesmediysek Türk hayatının her şubesini kendi yoluna sokmanın çaresini bulabiliriz. Yaşadığımız ülke iyileşmesinden sadece orada yaşamağı hak etmiş insanların istifade edeceği bir ülkedir. Hiç bozguna uğramadığımız halde başımızdan mağlup sayıldığımız bir Cihan Harbi geçti. Başlattığımız İstiklâl Harbi’yle dünyaya aleyhimizdeki bütün oyunlara rağmen millî bir damarımızın, bir cevherimizin olduğunu gösterdik. Cumhuriyetin ilânı üzerinden yüzden fazla yıl geçmesine rağmen yönetenlerle yönetilenler arasındaki uyumsuzluğa bir çare bulamadık. Bu çaresizlik Türkeli’nin dertlerini bir sıraya sokamıyor, kendi halkımıza “Sıradaki!” diye hitap edemiyoruz. Bize Türkeli’nin bütün dertlerinin birbiriyle temas halinde olduğunu öğretecek bir bilinç lâzım. Bu bilinci ithal edemeyiz. Niçin Türk olduğumuzu fehmetmemiz bu bilince ermemiz için kâfidir.
İsmet Özel, 25 Rebiülevvel 1447 (17 Eylül 2025)
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının sekizincisi olan “İSLÂMLA DAMGALANMIŞ VAROLUŞ” neşrolundu.
Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor.
İçinde iki CD ile ciltli olarak sunulan Erbain'in bu hususi baskısı bütün


