ASİL MİLLETİMİN GİZLİ CEVHERİNE, ONDAKİ İSTİKLÂL AŞKINA İNANIYOR, GÜVENİYORDU AKİF

Merhum büyük Türk ve İslam şairi Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 33. yıl dönümü olan 27 Aralık 1969’da muhterem kurucumuz Halide Nusret Zorlutuna’nın Ankara Hukuk Fakültesi konferans salonunda yaptığı konuşmayı, siz değerli okuyucularımıza da duyurmak için aşağıya alıyoruz.

 Aziz kıymetli dinleyenlerim!

 Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Memleketimin ünlü şair ve mütefekkiri büyük insan Mehmet Akif Ersoy bundan 33 yıl önce bugün Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Bir süre misafir bulunduğu Mısır’da hastalanınca burada ölmek, ömrü boyunca hizmetinde bulunduğu memleket topraklarına gömülmek için koşup öz vatanına gelmişti. İstanbul’da öldü, oraya gömüldü; bu suretle son muradına ermiş oldu… Nurda yatsın! Bugün onun aziz hatırasına bir saygı töreni tertiplemiş olan asil Türk gençleri benden de merhum için bir konuşmayı istediler. Sağ olsunlar… Gerçi yaşlıyım, sağlık durumum da pek iyi değil. Ama ben milletimin imanlı, vatansever, idealist gençliğini kısaca söylemek gerekirse “gerçek Türk gençleri”ni teker teker öz evlatlarımmışcasına seven bir anayım. Konuşma konusu: Gönlümle ve kafamla sımsıkı bağlı bulunduğum Mehmet Akif merhum; konuşmayı benden isteyenler de sevgili çocuklarım olunca, bütün engelleri bir kenara itmez de ne yaparım? 

Nitekim öyle oldu ve işte Allah’ın izni ile huzurunuzdayım. Evet, konumuz Mehmet Akif. Türk’ün, İslam’ın büyük şairi Mehmet Akif Ersoy. Bu muazzam mevzuya el atmak cesaretini ancak ona karşı duyduğum ezeli ve ebedi hayranlıktan alıyorum. Fuzuli gibi: "Sen Bu kuteh ömür ile başındaki sevdaya bah” deyip, susmak gerekirdi. Bunu özellikle belirtmek istiyorum: Mehmet Akif Merhumu bütünü ile en iyi anlatma yetkisine sahip bir kimse olmadığımı ben de bilirim sizde bilirsiniz. Bu büyük şairi biraz anlamış pekçok sevmiş biri olarak huzurunuzda bulunuyorum, hepsi bu kadar! 

Bir zamanlar: “Mehmet Akif şair midir, yoksa sadece manzumeci midir?” tartışmasını yapan sersemler vardı bu memlekette. Bugün artık böyle yersiz gülünç bir münakaşa mevzuu yoktur sanıyorum. Mehmet Akif elbette şair elbette büyük şairdir. Çanakkale şehitlerini anlatan şiiri, o büyük şehitlere layık tek abidedir. Ne ondan evvel ne ondan sonra böylesi yazılmamıştır. Yalnız bu şiir Mehmet Âkif’in “Büyük Şair” olduğunu ispatlamağa yeter de artar bile. İşte size bu şaheser şiirden birkaç beyit: 

“Ebr-i nisanı açık türbe ne çatsam da tavan
Yedi Kandilli Süreyya‘yı uzatsam oradan
Sen bu Avizenin altında bürünmüş kanına
Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana
Gene bir şey yapabildim diyemem hatırana”

Her mısra usta bir kuyumcu elinde en nadide yakutlar, zümrütler, pırlantalarla örülmüş gibi öyle renkli ve parlak… Fakat şair bunları bir kuyumcu özeni ile ölçüp biçerek işlemiş değildir. Hayır! O Çanakkale’nin mübarek şehitlerine şahlanmış imanının en köpürmüş heyecanının muhayyilesine verdiği ilhamla bunları yazmıştır. Bu işte sadece ustalık para etmez, şairlik gerek. Fakat o muhteşem tevazu içinde şairliği de sanatkârlığı da kendine çok görür:

“Bir yığın söz ki, samimiyeti anmak hüneri
Ne tasannu bilirim çünkü ne sanatkârım.”

der ve ilave eder:

“Şiir için gözyaşı derler onu bilmem yalnız
Aczimin giryesidir bence bütün asarım
Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım!” 

Halbuki o büyük şair kalbinin bir değil, bin bir dili vardır. Hissettiklerini olduğu gibi okurlarına verir. Mehmet Akif filan tarihte, filan yerde doğdu, şöyle bir tahsili yaptı, Gülistan şairi Sadi’nin, Mevlüt sahibi Süleyman Çelebi’nin ve büyük mutasavvıf halk şairimiz Yunus Emre’nin birer miktar tesirlerinde kaldı. Falan tarihte hakkın rahmetine kavuştu… Bütün bunlar bilinen veya bilinmesi her zaman mümkün ve kolay olan şeyler. Ben memleketimin öz şairi, özlü şairi; dertlerimizi herkesten çok duyan, herkesten daha kuvvetli haykıran büyük İslam Şairi’nden beş on mısra okumayı, bu basit tarih bilgilerine üstün tutarım. İslam şairi: Mehmet Akif bu unvanı ömrü boyunca başında bir şeref tacı gibi taşıdı. Bu unvan ona pek yaraşıyordu fakat onu tümü ile ifade etmiyordu. İslam şairi aynı zamanda Türk’ün şairi, bu halkın bu memleketin şairiydi. Bu halkın duyan ve sızlayan kalbiydi. Bu halkın gören gözü, sözleri söyleyen diliydi. Hiçbir şair memleketimin davasını, derdini, ızdırabını, sefaletini, milli heyecan ve gururunu, onun kadar duymamış; duymuşsa bile onun gibi haykıramamıştır.

Asil milletimin gizli cevherine, ondaki istiklal aşkına inanıyor, güveniyordu Akif. Türk milletinin istiklalini her ne bahasına olursa olsun mutlaka ve tez elden kurtaracağına da Akif kadar inanmış az insan vardır:

“Doğacaktır sana vaad ettiği günler Hakk’ın
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın!”

Evet büyük Akif Hakk’a, hakikate, İstiklale, fazilete aşık adamdı. O; Türk vatanını, Türk milletini, küçüklüklerden ıstıraplardan, sefaletlerden kurtarmak için daha çalışkan daha münevver daha müreffeh daha mesut bir hale koymak için çırpınıp didinmiştir.

Balkan ve 1. Cihan harpleri onu o kadar derinden yaraladı ki, büyük maşukuna yani Allah’ına bile zaman zaman isyan eder gibi oluyor:

“Ya Rab! Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı,
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı?..
Nur istiyoruz sen bize yangın veriyorsun.
Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun!
Balkandaki yangın daha kül bağlamamışken
Bir başka cehennem çıkıversin bu ne erken!
Madem ki  ey adli İlahi yakacaktın
Yaksaydın o melunları… Tuttun bizi bizi yaktın”

diye haykırıyor “Ağzım kurusun! Yok musun ey adli İlahi?” diye feryatları koparıyordu. Sonra pişman oluyor, nedametle kıvranıyor; başımıza gelen bütün bu felaketlere kendi tembelliğimiz, kendi cehaletimiz yüzünden uğradığımızı söylüyordu. Bu gerçeği ayetler, hadislerle ispata uğraşıyordu. “Ne yaptın? Leyse lil insani illa ma sea vardı!”  mısraı ile kendi kendini suçluyordu. “Çalış! Daima hak için, hakikat için çalış! Hakikat ve medeniyet yolunda ilerleyip yükselmek için çalış!” Büyük Türk-İslam şairinin parolası işte buydu.

Sevgili dinleyenlerim: Akif merhumun büyük bir şair, büyük bir sanatkar olduğunu sözüme başlarken söylemiştim. Fakat her şeyden çok idealist, cemiyetçi bir memleket adamıydı o. Milletin medeniyet ufuklarında hür ve müstakil dev adımlarla ilerlemesini istiyordu. Coşkun, imanlı, sağlam karakterli, bilgili, şuurlu, çalışkan Türk gençlerinin bu mutlu yarını gerçekleştirmelerini istiyordu; bunun için durmadan yazıyordu. Ve şairliğini, sanatkarlığını bu büyük ve kutlu idealin emrine vermişti. “Hayır hayal ile yoktur benim alışverişim./ İnanki her ne demişsem görüpte söylemişim” diyor şairimiz. Evet, ne demişse görerek, duyarak ve onun sade ve aynı zamanda renkli sanatının sihirli kalıbı içine çekerek bize sunmuştur. Fikirlerini coşkun şairliğinin heyecanı ile millete benimsetmiş, mâl etmiştir. Hak vergisi şairliğini fikirlerinin hizmetkarı etmiş ve bu çetin yolda muvaffak olmuştur. Takdir edersiniz ki bu çok güç, çok nankör bir iştir. Ve bu işte böylesine muvaffak olduğu için Akif, bir kerre daha büyüktür. Bütün bir ömür boyunca milletimizin, dinimizin selameti, saadeti için çalışmış olan ve artık bizim için marş gibi bayrak gibi kutsallaşmış bulunan İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’e Allah’tan rahmet ve mağfiret niyaz ederim, büyük Türk milletine; bütün İslam âlemine ve bütün imanlı dünyaya sonsuz selamet ve saadet dilerim.

Halide Nusret Zorlutuna, Ayşe Dergisi, Ocak 1970, S.13

M. Ertuğrul Düzdağ - Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar

Mehmed Âkif Bey, İstiklâl Marşı’nın ifâde ettiği mânâda bir milliyetçiliğe taraftardır. On kıt’alık İstiklâl Marşı’mız, bir milletin bütün fertlerinin, âdeta bir ağızdan, birbirlerine,

İstiklâl marşının bestekârı Zeki Üngören söylüyor:

Evvelki gün bir işim düştü de Moda'ya gittim. Moda’ya gitmişken İstiklâl marşımızın kıymetli bestekârı Zeki Üngöreni ziyaret etmeden dönemezdim.

İstiklâl Marşımıza Saygı

Zirâ, İstiklâl Marşı'mıza karşı gösterilen saygısızlık - hemen her zaman ve her yerde rastladığımız ve maalesef garip, mânâsız bir alışkanlığın tesiriyle tabii bir olay gibi karşıladığımız - çok hazin ve yüz kızartıcı bir gerçektir

Nizamettin Nazif - İstiklâl Marşı değişir mi değişmez mi?

Üç dört gün evvel bir arkadaşın evinde konuşuyorduk. Biri dedi ki:

— İstiklâl Marşı’nı nasıl buluyorsun?

Necip Fazıl Kısakürek - Babıali; ""İstiklâl Marşı" beğenilmiyor ve yerine bir "Millî Marş" yazdırılmak isteniyordu."

O senenin başlarında bir hadise olmuştur. Mehmet Âkif’in “İstiklâl Marşı” beğenilmiyor ve yerine bir “Millî Marş” yazdırılmak isteniyordu. Hattâ Ulus gazetesi bu iş için bir de müsabaka açmıştı.

Mustafa Kara, Bilal Kemikli - Bülbülün Şarkısı

Her söylendiği zaman, bizi milli tarihimizle buluşturan İstiklâl Marşı'yla hafızalara kazınmış olan Mehmed Akif Ersoy'un büyüklüğü elbette tartışmasızdır. Büyük Millet Meclisi'nin