İSTİKLÂL MARŞI MÜNEKKİTLERİ: “MİLLETİN VATANI, BAYRAĞI, MİLLİ MARŞI DA DEĞİŞEBİLİR...” 

Yukarıya başlık olarak aldığımız söz 1940 yılında bu milletin bağrında çöreklenen hainlerden Sabiha Zekeriya Sertel adlı bir yazar tarafından söylenmiştir. Geçenlerde aynı mahiyette Ankara’da çıkmakta olan C.H.P. yayın organı Ulus’da üç sütun üzerine ve büyük başlıklarla neşredilmiş bir makaleyi gördüğümüzde hayretlerimizle beraber daha evvel bu konuda yüzlerce defa yapılan teşebbüsleri hatırladık ve bu konudaki gayretlerin hangi kaynaklardan beslendiğini araştırmak ve genç Türk nesillerine bunların mahiyetini anlatmak istedik. 

Millî Mücadele yıllarının ve Kuvay-ı Milliye ruhunun tarihimize en büyük armağanı olan, Âkif’in bu eşsiz eserini Büyük Millet Meclisinin kabulünden bu yana tam 45 yıl geçti. Bugün hiçbir eser bu Marş'da olduğu kadar İstiklâl Savaşının mânevî veçhesini gerçek mânâsiyle ifade edemez. Bir daha yaşanamıyacak olan o ulvî ve mukaddes günlerin duygu ve heyecanlarını, zamanımıza ve bundan sonraki asırlara aksettirecek olan İstiklâl Marşımıza yıllardanberi çok sinsi ve sistemli sabotajlar yapılmış ve her defasında büyük bir reaksiyonla karşılaşmıştır. Eğer müstakil ve ebedî bir millet olarak mevcudiyetimizi muhafaza etmek azminde isek Vatan, Bayrak ve İstiklâl Marşımız gibi mukaddes sembollerimizin üstüne titremek, onları her vesile ile herşeyin fevkinde tutarak korumak ve savunmak, canımızdan daha aziz bilmek, her Türk'ün birinci ödevidir. 

Bu hareketlerin -yukarıda arz ettiğimiz gibi- en tipik ve en iğrenç misalini 12 Mayıs 1963 tarihini taşıyan başta Cumhuriyet, Akşam, Yeni İstanbul olmak üzere altı büyük gazetede yayınlanan haberde gördük. Haber şu: "T.İ.P. mensuplarının hep bir ağızdan işçi marşı söylemek istemeleri üzerine milliyetçi Adana gençliği derhal buna mâni olmuş ve İstiklâl Marşı'nın söylenmesini arzu etmişlerdir. Bu reaksiyon karşısında halen TİP milletvekili olan Behice Boran: "Biz İstiklâl marşını tanımıyoruz, bilmiyoruz, bizim marşımız İşçi Marşıdır." demiştir. 

Kısa bir müddet önce (16 Ağustos 1966) tarihli Ulus’da Fevzi Akarçay adlı yazarın "Marşın güftesinin de bestesinin de değiştirilmesi" için yazdığı uzun makaleyi okuduğumuzda da hayretimiz bir kat daha arttı. Biz burada, bu mahiyetteki tenkidlerin kronolojik bir seyrini takib etmek niyetinde olduğumuzdan daha evvel bu konudaki neşriyatın kroniğini yapacağız. 

Sabiha Zekeriya Sertel'in yazımıza başlık olan makalesinde aynen şöyle denilmektedir: "Milletlerin marşları ne zaman değişmemiş? Fransa’da imparatorluk devirlerinden Marseyyeze kadar kaç marş değişti? İngiltere'de, Almanya'da söylenen son marşlar, kendilerinden evvel gelen, hattâ ilâhi mahiyetinde olan marşlar kilise kapılarından kovulup, milletlerin ruhunu ifade eden marşlar haline gelinceye kadar kaç defa değiştiler... İstiklâl Harbi, İstiklâl Marşı'nı doğurmadı mı? Yarının neler doğuracağını ne biliyorsun?... İstiklâl Marşı gökten inmiş âyet midir? Milletlerin Vatanı, Bayrağı, milli marşı da değişmiştir.. Bayrak da değişir, toprak da değişir." 

Her zaman şuurlu milliyetçi gençlik bu satırları okuyunca büyük bir kızgınlık içinde Tan gazetesi önünde aleyhte gösteride bulunmuş, basında da başta rahmetli Peyami Safa olmak üzere, Nihal Atsız, Hamdullah Suphi, Agah Sırrı Levent, Ruşen Eşref, Eşref Edip ve birçok başka yazar buna karşı çıkmışlardır. Peyami Safa bir yazısında: "İstiklâl Marşı'nın sesi, düşmandan İzmir'i alan büyük kuvvetler arasındadır. İstiklâl Harbi'nin çıldırtıcı ümitsizlik anlarını yaşayanlar, milli dâvâlarımızın içi büyük bir infilâk potansiyeliyle dolu kahramanca bir sabırdan doğan hamlelerle kazanıldığını bilirler. Türkün o anlardan günümüze kalan en yüksek sesi Mehmet Âkif'in sesidir." şeklinde gür bir çıkış yapmıştır. Bu yazıları İsmail Habib Sevük'ün, o zamanlar milli bir havası olan Cumhuriyet gazetesindeki makalesi takip etmiş, adı geçen yazısında Atatürk'ün de Millî Marş ile ilgili bir anısını da kaydederek şunları yazmıştır: "İstiklâl Marşı'nın bestelenecek mısralarını seçerek yayınlıyacak bir komite kurulmuştu. Birgün komite çalışmalarını izleyen Mustafa Kemal, toplantı sırasında: 

Bu marşın İstiklâl Harbimizi anlatması bakımından büyük bir mânâsı vardır. Benim en beğendiğim tarafı da burasıdır:

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet 
Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklâl! 

Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim vecizeler işte bunlardır." demişti.

Tan gazetesini ele geçiren komünistler ilk defa gercek yüzlerini İstiklâl Marşımıza çatarak göstermişlerdir. Sabiha Zekeriya Sertel’in kalemiyle açılan bu mücadele daha sonraları gene aynı gazetede başka kişiler tarafından sürdürülmüş; üç yıl süren bu polemikler Milliyetçi Gençliğin Tan gazetesini tahribi ve makinalarını leblebi gibi kırarak denize dökmesiyle sona ermiştir. 

Türk basın ve adliye tarihine "Tan Vak’ası" adıyla geçen bu olaylar dolayısıyla gençler: "Türk Gençliği ve Mehmet Âkif, Mehmet Âkif İçin. İstiklâl Marşı Meselesinde Tancılara Cevap, Mehmet Âkifimiz, Tancılar Karşısında İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif" adlı kitapları çıkararak dağıtmışlar ve her yıl Mehmet Âkif’in ölüm yıldönümlerinde anma törenleri yapmağa and içmişlerdir. 

Bugün kalan ömürlerini, vatana ihanet suçuyla yurt dışında sürüklemeğe mecbur kalan Tancılardan geriye lânetler, İstiklâl Marşı'nı savunanlardan ise otuz milyonluk Türk milletinin minnet ve şükran duyguları kalmıştır. 

Muhiddin Nalbandoğlu, Milli Hareket, Kasım 1966, S. 2. 

Hemşeri Göziyle

Bir millî marş bestesi için müsabaka tertip edildiğini gazeteler yazdılar. Bu müsabakaya şimdiye kadar hiç bir musikişinas iştirak etmemiş.

BAYRAK, İSTİKLAL MARŞI VE GENÇLİK

Bugün yeryüzünde bağımsızlığını kazanmış ve devlet haline gelebilmiş her milletin bir bayrağı vardır. O halde bayrak hür bir milleti temsil eder. Bayrak ile milli marşı ise çok yakından ilgilidir. Zira bayrağı olan her hür devletin bir de milli marşı vardır. Bu marş ki, o milletin bayrağı göndere çekilirken milli duygularını kükreten ve “İşte hürüm bayrağım göklerde dalgalanıyor” dercesine istiklâlini dünyaya haykıran milli andıdır. 

Mehmet Akif’in ölümü

Kıymetli şâirin ölüm haberi yüreğimi sızlattı.

Hafız Asım Şakir: "İstiklal Marşı’na gelince, dedi, işte onu kaldıramazdı."

Hafız Asım Şakir o günleri anlatıyor:

“Âkif Bey hasta yatıyor, ben her gün yanındayım.