Sancak bir orduya ait ama hangi orduya ait? Sancak İslâm ordusuna ait bir tabirdir. Başka kimsenin sancağı yok, bir bizim sancağımız var. Bu sancak da sancak-ı şeriften geliyor. Rasûl-ü Ekrem’in önce beyaz “Livâ-ı Beyzâ” dedikleri sancağı var; sonra Hayber muharebesinde kullandığı, kullanmasını emrettiği bir siyah sancak var. Bu sancak Yavuz Selim Mısır’ı fethettikten sonra kutsal emanetler İstanbul’a taşınınca İstanbul’a geliyor. Ve “Osmanlı Devleti” bu sancağı muharebelerinde kullanıyor. Neden? Çünkü İslâm dini Osmanlı’da her zaman kendisinden istifade edilecek bir şey olarak görülmüştür devlet tarafından. “Bu sancak-ı şerifi çıkardığımız zaman muharebeye, altında olması lazım bütün Ümmet-i Muhammed” demiş oluyorlardı. Sancak-ı Şerif’i bir-kaç yerde, mesela Patrona Halil İsyanı’nda, sonra da Yeniçerilerin kaldırılmasından önce, “Onlar değil, biz Müslümanız” demek için, Türk’ün kafasında bir soru kalmasın diye, onları bir şekilde kendi tarafında olmaya icbar etmek için çıkardılar.
İlk defa bir Türk sancağını kendi gözlerimle bir kilisede gördüm, Almanya’nın üç büyük katedralinden biri olan Augsburg’daki Dom Kilisesi’nde. Denilene göre İkinci Viyana Kuşatmasında ellerine geçirmişler ve bu kiliseye asmışlar. O sancağın neden orada asılı olduğu gâvurun da kafasını kurcalıyor ama bilen çok iyi biliyor. Beni oraya husûsen onu göstermeye götürmüşlerdi. Gâvur “Tevhid sancağını ele geçirdik” diye onu kilisesine asıyor ve Türk düşmanlığı davasını devam ettiriyor, 21. Hıristiyan asrında dahi. Türk ve gâvur ayrımı o zaman olduğu gibi bugün de gâvurun kafasında net. Ve sancağın üzerinde Kelime-i Tevhîd yazıyor ve Fetih Sûresi’nden ayetler var. Bu Kelime-i Tevhîd de tabi ki Kur’an harfleriyle yazılı. İslâm yazısı başka ne olabilir? Yazı olmadan, din olmadan o sancağın altında hangi ümmetten bahsediyoruz? Latin hurufatı ile yazılı sancak olsa altında kim toplanır? Gâvur bunu anasından emdiği süt gibi biliyor. Bizim de Allah’ın izniyle bunu kafamıza kazımamız gerektiğini düşünüyorum.
Oruç Özel, Tek Dil Olmadan Tek Millet, Tek Devlet, Tek Vatan, Tek Bayrak Olmaz, 1 Nisan 2017, Ankara
İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbi’nden önce ve onun kazanılması için yazıldı; buna bir katkı ya da destek olmak üzere yazıldı. Yoksa işler bittikten sonra hikâye olsun diye değil. İstiklâl Marşı, eğer dünyada Türk hayatı diye bir şey varsa, bu Türk hayatının en kritik döneminde yazılmış bir metin. Türk hayatı şimdiye kadar bir şekilde vardı, bundan sonra da olacak mı sorusuna cevap vermek üzere yazılmış bir metin İstiklâl Marşı. O yüzden İstiklâl Marşı’nı Türk hayatı dediğimiz şeyin varlığı ve idamesi için elzem bir unsur olarak görmek bizi bir araya getiriyor.
İsmet Özel, Bir Akşam Gezintisi Değil Bir İstiklâl Yürüyüşü, s.163
Şimdi, sapık düşünceyi bize geçerli düşünce olarak kazıklamak isteyen insanlar dünya şartlarının neleri bize yaptırdığını gözümüze sokmaya çalışırlar. Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Marşı yazıldığı ve meclis tarafından kabul edildiği zaman yoktu.
Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında, Avrupa ile Orta-Doğu arasında, Türkî Cumhuriyetlerle Avrupa arasında, İslâm dünyasıyla Hıristiyan dünyası arasında köprü olduğunu söylüyorlar.
Türkiye’de 12 Eylül’de sonra yeni bir askeri müdahale olup olmayacağı çevresinde dönen bir soruşturmaya cevap verirken hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti bir zaman önce Aziz Nesin:
Önce kadınlığın, ameleliğin, Aleviliğin, Kürtlüğün ortaya nasıl iseler öyle çıkmadığını, çıkarılmadığını ve dikkatlerin kadınlar, ameleler, Aleviler, Kürtler bakımından iyi olanın hangisi olduğuna çevrilmediğini vurgulamamız gerek.
İstiklâl Marşı diyor ki: “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.” Demek ki, bir ocağın tüttürülmesi gerekiyor. Yani bizim bu ülkenin hayatiyetine katkıda bulunan insanlar olmaktan başka bir seçeneğimiz yok; bu ülkenin hayatiyetine katkıda bulunmayı kendine dert etmemiş her birey bu ülke aleyhine çalışıyor demektir.
Hükümranlığı altında bulunduğumuz medeniyet çerçevesinde erkekler günlük hayatlarını sürdürmekte iken Müslüman kimliklerini dışa vurmak mecburiyeti altında kalmıyorlar.
Yani her aşamada önümüzde Türkiye için hayrı talep eden, hayır için dua eden enayiler ve Türkiye’nin asla paçasını kurtaramayacağını düşünen uyanıklar vardı. Bugün hâlâ aynı şey söz konusu.


