EBCED HEVVEZ HUTTİ KELEMEN

Hevvez, hutti, kelemen 

Ben bu işe gelemen 
Bacaklarım gısacuk 
Falakaya giremen 
(Türk çocuklarının bir tekerlemesi) 
 
Laura, Laura, Laura 
Don’t spit on the floor-a 
Use the cuspidor-a 
That’s what it is for-a 
(Amerikalı çocukların bir tekerlemesi)
 
 
Dünya bir şekilden bir başka şekle girerken Türkiye tutulan hesabın ihmale gelmez kalemlerinden biri durumundadır. Kuzey Kıbrıs’la veya Kuzey Irak’la bir alacak-verecek davasına duçar olarak, Afganistan’la veya Arjantin’le emsal gösterme derdine duçar olarak... Dünyanın ve dünya olaylarının Türkiye’yle münasebet halinde bulunduğu kabul edilen bölgelerinde eğer bir mesele doğmuşsa çözümde oynadığı veya oynayacağı rol bakımından bir ülke ve bir devlet olarak Türkiye’nin ikinci sıraya düşürülemeyişi dikkatlerden kaçmamalıdır. Yeri ilk sırada bulunan ülkelerden biri mi Türkiye? Hayır. Dünyanın biçimi konuşulurken Türkiye’nin ne dediğine, ne diyeceğine kulak kabartılıyor mu? Hayır. Yine de Türkiye’nin yok sayılmasıyla birlikte bir tedirginlik kaynağının doğmasından endişe ediliyor. Türkiye’nin adı “güçlü” ülkeler arasında anılmıyor, burası doğru; ama daha doğru bir husus daha var: Türkiye adının “önemsiz” ülkelerle yan yana anılması gerektiğini hiç kimse, Türkiye’ye lânet okuyanlar bile söyleyemiyor. Mustafa Kemal, Aralık 1921’de “Haddimizi bilelim.” demişti. Aradan geçen seksen sene boyunca, haddimizi bilmek ne kelime, mahdutluğuyla maruf bir ülke olarak kumaşımız sıcak suda yıkanmış saf yünlü kumaş gibi öyle bir “çekti” ki Türkiye artık ona biçilen kıyafetle vücudu örtemiyor. Türkiye’ye esvap olur diye tahsis edilen kumaş küçüle küçüle setr-i avret için bile kifayet etmez oldu. Buna rağmen Türkiye’nin mevcudiyetine düşmanlık duyanlar hâlâ rahat bir nefes alabilmiş değil. Türkiye’nin sadece “var” olması yürürlükteki dünya şartlarından en çok faydalanan kesime huzursuzluk veriyor. Bu huzursuzluğa Türkiye’de yaşayan herkesin bir mim koyması gerekiyor. 
 
Kazancını Türkiye’nin kayıplarıyla artıranların bildikleri bir şey var. Onlar Türkiye’nin önemini biliyor. Üstelik onlar Türkiye’nin fark edilen öneminin zengin doğal kaynaklarından gelmediğini de biliyor. Türkiye’nin taşıdığı önem modernliğe ilişkin bir tarih perspektifi dolayısıyladır. Bu önem sebebiyledir ki Türkiye alenen ve fütursuzca zarara uğratılabiliyor, oyuna getiriliyor, haksız muameleye tâbi tutuluyor; ama her nedense Türkiye’yle kurulan münasebetler onun varlığını küçümsemek suretiyle gerçekleştirilemiyor. Türkiye’de söz sahibi unsurların (gerek sermaye çevrelerinin, gerek asker-sivil bürokrat kadroların, gerek medya kuruluşlarının ve gerekse siyaset erbabının) tarih bilinci bakımından acınacak bir durumda bulunmalarına rağmen Dünya Sistemi hiçbir zaman Türkiye’nin dizginlerini gevşek bırakma riskine girmiyor. Türk tarafı neyin ne olduğuna vâkıf değilse bile ‘karşı taraf’ anasının gözü. Karşı taraf Türkiye’nin Türkiye olarak kaldığı müddetçe bu ülkenin bir gün kendisini (Türkiye’nin karşısında yer alan tarafı) can pazarına uğrayacak derecede uğraştıracak bir makam kazanacağını gayet iyi biliyor.
 
Türkiye’nin yerküre üzerindeki özel anlamı “kökü mazide olan âti” olması sebebiyledir. Dünyada varlığı yüzünden gelecek vâdeden yegâne ülkenin Türkiye olduğunu söyleme durumundayız. Bunu söylemenin bir züğürt tesellisi yerine geçtiği kolaylıkla ifade edilebilir. Yahut Türkiye’ye dünyada “havalı” bir yer tahsis etmeye gayret edenlerin aşağılık duygusundan hız alan boş bir böbürlenmenin kurbanı oldukları dile getirilebilir. Eğer Türkiye’ye üstün bir yer tanımak palavracılık değilse sözü edilen üstünlüğün hangi dayanaklara sahip olduğu meraka değer. Ben hayalperest bir insan değilim. Türklüğün dünyada başat duruma geçeceğinin hayalini kurmuyorum. Dünyanın rezil ve sefil şartlarını alt etmede Türklüğün ve Türkleşmenin bir imkân sunduğunu savunuyorum, o kadar. Böyle yaptığım için Türkiye’nin gerek dünyanın aldığı ve alacağı şekil bakımından ve gerekse insanlığın kurtuluşu bakımından önemini vurguladığım zaman şartların en müşahhas mahiyette olanlarını göz önüne alıyorum. Dünyanın halini net olarak şu şekilde tasvir edebiliriz: 
 
Dünyada yürürlükte olan düzen merkez-çevre (Frenkçe söylersek metropol-peripherie) bağlantısı içinde bir hegemonyayı yansıtır. Bu düzenin tesisine yol açan kapitalizm ABD’de billûrlaşmıştır. Kapitalist ilişkilerin ABD’de billûrlaşmasının başta gelen sebebi dünyanın bu yöresinde feodal geçmişin etkisinden masun bir sermaye gücünün tanzim edici rol oynayışıdır. Eğer yerküreyi ifsat eden hegemonyayı pekiştiren ilişkilerden kurtulmak isteniyorsa yani kapitalizme bir son vermeksizin insanlığın çıkış yolu bulamayacağı inancı hâlâ hayatiyet sahibiyse ikrar edelim ki çıkış yolunun ne kapitalizmin ıslahından, ne de onun yerini (kapitalist ilişkilerin dönüşüme uğraması demek olan ) sosyalizmin almasından geçmediği bir tecrübe sabittir. Geçmişi feodal ilişkilerle yoğrulmayıp da modern dünyada (de facto) varlık sahibi olmayı başarmış yegâne ülke Türkiye’dir. Bu ülke kapitalist gelişmenin gerçekleştiği ülke ve bölgelerle hem-hudut olmakla birlikte kendine mahsus bir iktisadi işleyişi son ana (kapitalizmin küreselleşme adını verdiği aşamasına) kadar korumuştur.
 
Türkiye diğer bütün “Batılı-olmayan” ülkelerden gerek kolonyalizme konu olmayışı bakımından ve gerekse “Batı” akıl düzeninin yeniden şekil verme çabaları karşısında tarihî konumundan devşirdiği bağışıklıkla hareket etmesi bakımından ayrılır. Olayların son dört yüz sene süresince akışı insanlığı iki insan tipinin karşı karşıya geldiği bir noktaya sürüklemiştir. Birinci tipe Amerikalı veya Amerikan tipi diyoruz. İkinci tipin adı ise Türk. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar insanların hepsi bu iki tipten birinin çemberi içinde yer almak mecburiyetindedir. Kapitalizm dünyayı Amerikan standartlarına uygun şekle sokmuştur. Tersi de doğrudur: Amerikalı deyince kapitalist millete mensup bireyi anlarız. Amerikanlık ve kapitalistlik öylesine kaynaşmıştır ki dünyanın her bucağında insanlar Amerikan’ca konuşmasa ve ABD ile vatandaşlık ilişkisi içinde olmasa bile Amerikalı sayılacak özellikler taşır. Buna mukabil Türklüğün yerini fark edebilmek için anti-kapitalist bir zihniyetin ufkunu kolaçan etmemiz gerekiyor. Eğer bu gezi sırasında tökezlemez de başlangıç noktamıza kavuşabilirsek irfanıyla zenginleşeceğimiz şey oluşumunu Dünya Sistemi’nin içinde gerçekleştirmemiş bulunan bir Türkiye’nin mahsulü sayılmakla iftihar eden ve en bariz vasfı Müslümanlık olan Türklüktür. 
 
Amerikanlaşmanın eninde sonunda Türkleşmeyle bir zıtlık yaratacağı gerçeğinin farkına varmak kâhin olmayı gerektirmiyordu. Gereken şey yalnızca vatan sevgisi ve haysiyetten ibaretti. Bu ikisinin, yani vatan sevgisi ve haysiyetin, “harc-ı âlem” veya “torbada keklik” olduğunu sananlar yanılırlar. Vatan sevgisi ancak zahmeti çekilen bir özümlemeyle ve engellere karşı verilen bir uğraş sonunda sahip olunabilen bir duygudur. Hiç kimse “Ben vatanımı seviyorum” deyip işin içinden çıkamaz. Tam tersine, bir insan “Ben vatanımı seviyorum’ sözünü sarf eder etmez bir işin içine girer, başına bir iş alır ve kimilerinin başına bir iş açar. Sahtekâr bir kimsenin de “Ben vatanımı seviyorum” demesi mümkündür ve umumiyetle bu sözü sahtekârlar güruhu söyler. Hâlbuki sürüyle sürüklenme sırasında vatan sevgisinden bahis açmanın kıymeti harbisi yoktur. Âlemle gelen düğün-bayram sırasında “Ben vatanımı seviyorum” sözünü sürülükten kurtulup millet vasfı kazanmış olanların hususiyetle ağızlarına yakıştırmaları şarttır. Haysiyeti önce edinmek ve o zamandan sonra da muhafaza etmek ise başlı başına bir titizliğin ürünüdür. 
 
Vatan sevgisi nasıl özümlenebilir (temessül edilebilir)? Vatan sevgisi hayvanî bir mahiyet arz edebilir, vatan sevgisi beşerî bir keyfiyete dayalı olabilir veya vatan sevgisi insanî bir durumdan doğup yankılanabilir. İnsanın vatanı doğduğu yer değil doyduğu yerdir diyenlerin vatan sevgilerinin hayvanî mahiyette olduğundan şüphe etmeye mahal yoktur. Hayvanî duygunuzla tatmin olmayı ve bir vatana sahip olmayı aynı kompartımana sığdırabilirsiniz. Duygularınız beşerî katmana yükselmişse vatan sevginize sebep olan kabı sizi hal-i hazırda tatmin eden araçlar değil, yetişme sürecinde alınan etkiler doldurur. Beşerî vatan sevgisi “bireyleşme” ne kadar büyükse, o kadar büyüktür. Vatan sevgisinin insanî bir durumdan doğabilmesi için üstün bir insan modelinin, o vatanı sahiplenebilecek derecede üstün bir insan modelinin tasarlanması gereklidir.
 
Dünyadaki ve bilhassa Avrupa’daki milletler (Avrupa deyince işin içine kolonilerini de katmamız lâzım) milletlik vasıflarını modernleşmenin bir ürünü olmaları sebebiyle az veya çok kapitalist düzenin değirmenine su taşıdıkları kadar kazanabilmişlerdir. Böyle olduğu içindir ki kapitalizm, Türk milleti hariç, bütün milletleri çarkları arasında öğütmüş, bünyesine sindirmiştir. Milâdın yirmi birinci yüzyılında dünyanın şirketler devletine karşı ‘ilk millet’’ haline gelme imkânına sadece Türkler sahiptir. Aynı anda bir geçmişten, bir halden ve bir gelecekten bahsediyoruz. Türkler ne kadar Türkiye’nin yaptığı bir millet ise Türkiye de o kadar Türklerin hayat verdiği bir ülkedir. Bu cümleyi okur okumaz içinden “öyleyse de olmaz olsun” diye geçireceklerin varlığından haberdarım. Türklerin varoluş cehti itibariyle mühimmat ve teçhizat bakımından hangi eksikliklerle malûl olduklarını biliyorum. Türkiye’nin de güllük gülistanlık bir yer olmadığını herkes biliyor. Bunları bilmek insanı bazı yükümlülüklerle karşı karşıya bırakacak veya hiç yadırganmayan düşük bir ahlâkın “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ahlâkının gereğini yerine getirme rahatlığına kavuşturacak. 
 
Amerikanlaşmayı kabullenenler ve Türkleşmeyi göze alanlar...  Bu iki unsurdan hangisinin galebe çalacağını bir tahmin konusu yapma taraflısı değilim. Vatanın ne olduğu hususunda zihinlerde oluşan sarahat her şeyi belirleyecek. Hem Amerikanlaşmayı kabullenenler ve hem de Türkleşmeyi göze alanlar kendilerine bazı sorular soracak ve kendi sorularını kendileri cevaplandıracaklardır. Millet vatana ne verdi? Vatan millete ne verdi? Millet vatandan ne aldı? Vatan milletten ne aldı? Türklük Türkiye’ye ne verdi? Türklük Türkiye’den ne aldı? Türkiye Türklüğe ne verdi? Türkiye Türklükten ne aldı? Amerikanlık Amerika’ya ne verdi? Amerikanlık Amerika’dan ne aldı? Amerika Amerikanlığa ne verdi? Amerika Amerikanlıktan ne aldı? Bu soruları ciddiye alıp almamakla kaç kıratlık insan olduğunuzu ölçme imkânına kavuşabilirsiniz. Bu soruları ciddiye almak zihninizin sizi yere sermek isteyenler tarafından biçimlendirilmesine de bir sınır çekmek anlamına gelecektir.
 
Bu mektubun başına biri Türkiye’den, diğeri Amerika’dan iki tekerleme koyuşum meselenin boyutları hakkında bir fikir vermek içindir. Türklerin elifbası artık yok. Amerikanların da tükürük hokkası (cuspidor) yok. Artık ne Türk çocukları falakaya giriyor, ne de Amerikalı yetişkinler tütün çiğniyor. Dikkatlerimizi iki milletin nereden geldiklerine, nerede durduklarına, nereye yöneldiklerine çevirdiğimiz zaman da, çevirmediğimiz zaman da mutlaka bu ikisinden biri kazançlı çıkacak. Kimin hayvan, kimin beşer, kimin insan mevkiine talip olduğu neye dikkat edildiğiyle anlaşılacak.
 
İsmet ÖZEL
Cuma Mektupları – 7’den.

 

"İstiklâl Marşı’nın aleyhine bir yönetim tarzı uygulamaya kondu."

İstiklâl Marşı Sakarya Zaferi’nden Sonra Rafa Kaldırıldı

İstiklâl Marşı Derneği’nin mevcudiyetinin izahı şuradır: Biz diyoruz ki “İstiklâl Marşı metni 1921 yılında millî marş olarak kabul edildi.

Kâfirlerden Kaçırılmış Metin: "İstiklâl Marşı"

İstiklâl Harbi neyin istiklâlini temin netti bize, bunu mutlaka bilmemiz lazım. İstiklâl Harbi bize İslam istiklâlini temin etti. Turancıların anladığı şekliyle Türk istiklâlini değil. İlk kez XIII. yüzyılda vatan yapılmış olan toprakların yeniden vatan olmasını temin etti.

"Türkiyelilik" Tabirine Ne Denilmişti?

İsmet Özel: Türkiyelilik ve azınlık kelimelerinin sıkça geçtiği bütün bu tartışmalar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi müzakereye müsait bir ülke olarak görmesini sağlamak üzere yapılıyor. Yoksa hiç kimsenin gerçek düşüncelerini, gerçek beklentilerini, gerçek yönelimlerini gündeme getirdiği falan yok. Buna resmî makamlar da dahil, laf üreten birtakım tipler de.

Türk yerine Türkiyeli denmesinin anlamı sizce nedir?

İsmet Özel: Türkiyelilik ve azınlık kelimelerinin sıkça geçtiği bütün bu tartışmalar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi müzakereye müsait bir ülke olarak görmesini sağlamak üzere yapılıyor. Yoksa hiç kimsenin gerçek düşüncelerini, gerçek beklentilerini, gerçek yönelimlerini gündeme getirdiği falan yok. Buna resmî makamlar da dahil, laf üreten birtakım tipler de.

Türk yerine Türkiyeli üst kimliğinin seçilmesi zırvasının üzerinde durmak lâzım: Bir kere "Türkiyeli" tabiri çelişkilidir.

Neden?

Çünkü Türkiye diye bir yerin olabilmesi için Türk'e ihtiyaç var. Yaşadığım, egemen olduğum topraklara ben Türk'sem Türkiye denir. "Ben Türkiyeliyim, ama Türk değilim." Bunu ancak gayri-Müslimler söyleyebilir. Müslümanların "Türkiyeliyim" demeleri saçma. Bir Müslüman'ın "Türkiyeliyim" demesinin bu topraklarla kendisi arasına bir mesafe koymasından başka bir anlamı olamaz. Herkes "Türkiyeliyim" dediğinde Türkleri nereye koyacaksın? Yok eğer burada Türkler zaten marjinal bir unsur ise niye Türkiye lafını, Türkiyeli lafını kullanalım? "Türkiyeli" yerine pekala "Küçük Asyalı" da denilebilir. "Türkiyelilik", Türk'ü Türkiye'den kovmaya, silmeye yönelik bir anlayışın, söylemin önerisi.

"Ağzında Geveleme, Türk Müsün, Gâvur Musun Çabuk Söyle" başlıklı bir yazı yazmıştınız. Şimdi "Ben Türkiyeliyim" diyenler...

İsmet Özel: Ağzında gevelemiş oluyorlar. Başından beri yaptıkları gibi yani.

Bundan sonra ne yapılabilir?

İsmet Özel: Bundan sonra atılacak adım, birtakım insanların Türk olmadıklarını beyan etmek. Bunun yanı sıra, Müslümanlığını vazgeçilmez sayan her etnik grubun Türk olarak adlandırılması gerekir. Yani adam Kürt, Boşnak, Laz, Çerkez... olup da Müslümanlığını vazgeçilmez sayıyorsa, buna biz Türk diyeceğiz.

Ya Türk denilmesini istemezse?

İsmet Özel: Kendisi bilir. Biz ona Türk demeye hiç meraklı değiliz. Kendisine Türk denilmesini istemeyene Türk demeyeceğiz.

"Ben Türk oğlu Türk'üm" diye haykıranlar da var?

İsmet Özel: Onları da Türk olmaya çağırıyoruz. Hem İslam'a düşmanlık göster, hem Türk ol, bu imkânsız. Şimdiye kadar Türkçü hareket içinde olan insanlar, Müslüman tavırlarıyla Türklüklerini ispat etmek zorundadırlar.

Bu bir hata mıydı, tuzak mı?

İsmet Özel: Türkiye'de Türklüğü Türkiyelilikle örtmeye çalışanlar aslında faka basmış durumda. Çünkü, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım" derken, bunlar İslam'dan kopuk bir Türklük önerdiler. İslam'dan kopuk bir Türklük, netice itibarıyla ırkçı bir Türklüktür. Başka türlü olmaz. "Türkler varmış, bir dönemde Müslüman olmuşlar, tekrar o Müslüman olmadan önceki Türklere dönüyoruz" demekti bu. Şimdi, krizde olan "Atatürk milliyetçiliği" denilen şeydir... Türkler Müslüman olmadıkları halde gene Türk olabiliyorlarsa, buyursunlar olsunlar.

Sizin telakkinize göre Türk, kâfire karşı duran kişi. Sizin Türk'ünüz Türkiye'de yaşıyor mu? Yaşamakta mı?

İsmet Özel: 1918 yılında, 1914 yılında başlayan savaş bitti... 1918'de siyasi ve askerî bir güç olarak İslam dünyadan silindi. İbrani-Hıristiyan medeniyet sildi. İstiklal Harbi, bu kararın geçersizliğini ilan eden bir savaştır. Yani, İslam siyasi ve askerî güç olarak ortadan kalkmamıştır. Bunu gösterdi İstiklal Harbi. Aksi takdirde bana İstiklal Marşı'nı nasıl açıklarsınız?

O halde, bir kişi, İstiklal Marşı'nı sansürlemeden okuduğu, benimsediği takdirde Türklüğüne bir kanıt mı getirmiş oluyor?

İsmet Özel: Bu doğal değil mi? Türkiye Cumhuriyeti'nde Türkiyelilikten söz edenler bana İstiklal Marşı'nın açıklasın! İstiklal Marşı niçin böyle? "O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli" Bizim İstiklal Marşımız bu! Biz İstiklal Marşımızdan vaz mı geçeceğiz? İstiklal Harbi, İslam'ın dünyada söyleyecek sözünün tükenmediğini göstermek üzere yapılmıştır. Yoksa yapılmazdı. Ve İstiklal Marşı da bu marş olmazdı. Bu çok önemli bir şey... Cumhuriyetin ilanıyla beraber oynanan oyunları hakikat yerine koymayalım.

Hakikat sayılan oyunlar?..

İsmet Özel: 1921 anayasasında devletin dini İslam, 1924 anayasasında devletin dini İslam; siz bana nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti'nin başka bir şeyle alakalı olduğunu söylersiniz? Bu büyük yalanı niye kabullenelim? Birtakım insanlar "Biz milleti kandırdık" diyemiyorlarsa, biz onlara söyleyelim: "Siz milleti kandırdınız."

Bu durumda Türk olmak aynı zamanda kandırılmayı reddetmek anlamına geliyor, değil mi?

İsmet Özel: Tabii. Türk olmak bir tercihtir. Madem ki Lozan'da gayri-Müslimler azınlık statüsündedir, Lozan'da "gayri-Müslimler de Türk'tür" denilmiyor, geriye Türkler kalıyor, geriye Müslümanlar kalıyor. Yani "Türk = Müslüman" formülünü Lozan getirdi.

"Bu kadar net" mi diyorsunuz?

İsmet Özel: Daha da netleştireyim: 1918 İslam'ın sonu olarak görüldü, buna bir itiraz doğdu; birileri dedi ki "Hayır, İslam ölmedi." Fakat, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla, hayatta kalması aynı şartlara bağlı değil. Kurulmasını İslam'a, ayakta kalmasını İslam'dan kopmasına borçlu. Aslında hiç garip değil, çünkü İbrani – Hıristiyan medeniyet diyor ki "Tamam yok olmamayı sağladın, ama devam etmeyi ancak benim iznime bağlı olarak gerçekleştirebilirsin."

Dolayısıyla?

İsmet Özel: Cumhuriyet ilan edildikten sonra farklı bir yön tutturuluyor. 1928'de, Cumhuriyet'in ilanından 5 sene sonra, anayasadan devletin dininin İslam olduğu ibaresi çıkıyor. Aynı yıl harf inkılâbı yapılıyor. İslam anayasadan gidince, Latin harfleri de anayasaya geliyor. Bütün bunları konuşmakta zorlanıyoruz. Çünkü Cumhuriyet kurulduktan sonra hep günü kurtarmaktan başka bir işle uğraşmamış devlet yetkilileri. Taş üstüne taş koymak diye bir şey yok. Koymamakla ayakta kalabileceklerini düşünmüşler hep. Bu akıl almaz bir şey. Yani bu birikime sahip bir toplumun, 81 senede, harekete geçtiği yerden daha geride olasını izah etmek çok zor.

Siyasiler ve topluma söz söyleyenler dahil kimse Türk olmaya yanaşmadığı için mi bu hale gelindi?

İsmet Özel: Türkiye'nin çekilip çevrilmesi, Türkiye'de bir işin üstesinden gelinmesi söz konusu olduğu zaman, bunu yapacak olanın kim olduğunun tespit edilmesi lâzım. Kimlik meselesi budur. Yapılacak iş, Türkiye'nin hem kendisini daha iyi bir hayata kavuşturmak, hem de dünya milletleri arasında hesaba katılır bir yere sahip olmasını sağlamaktır. Kim yapacak bu işi? Böyle bir soru sorulmamış Türkiye'de. Onun için Türk'ün kim olduğu, kimin Türk olduğu konuları kaynayıp gitti.

Türk kaynayıp gittiği için Türkiye de somut, sağlam bir zemin, [sizin vurguladığınız kelimeyle söylersek] vatan olamadı... mı?

İsmet Özel: Bunu anlamak ve durumdan vazife çıkarabilmek, o vazifeyi ifa edebilmek için "Türkiye muvakkat bir devlet mi, yoksa muvazzaf bir devlet mi?" sorusunu cevaplamamız lâzım. Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında muvakkaten, o sırada dünya şartlarının gerektirdiği zorlamalar altında, ister istemez kabul edilmiş bir siyasi birim mi, yoksa Türkiye geleceği olan ve tarih içinde kendine bir iş yüklemiş, kendine bir pay biçmiş bir ülke mi? Mesele burada.

...

Bu mülâkat 12.11.2004 tarihinde Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.

Mülakâtın tamamını okumak için tıklayınız.

"Doğan ay hilaldir, batan aya hilal denmez."

Bayrağımızda bir ay-yıldız var. Ay-yıldız mı var yoksa hilal ve yıldız mı var? Önce ay-yıldız var diyelim, bu ay-yıldız nereden neşet olmuş?

KOKAKOLANİZASYONUN İMDADINA YETİŞEN LÖPENİZASYON

... Birkaç gün sonra Fransa’da devlet başkanlığı ikinci tur seçimi yapılacak. Merak edilen şey seçimi kimin kazanacağından çok adaylardan birinin yüzde kaç oy alacağıdır. Merak konusu olan Jacques Chirac değildir.

Bugün Pazar Gâvurlar Azar

Bugünün tarihini biliyor musunuz? Hangi zamandayız? 1397 yılının Cemaziyel’evvel ayının 12’inci gününde miyiz; 1393 yılının Nisan ayının 18’inci gününde miyiz; yoksa bugün1 Mayıs 1977 mi ?

Önce Millet Olduğumuzu Ortaya Koyalım

-İstiklâl Harbi’ni esas mı alıyorsunuz?

- Bence ayağımızı basacağımız yer İstiklal Harbi’dir. Başlangıç noktası.

İRTİCA ELDEN GİDİYOR

Rivayet edilir ki bir zamanlar ülkemizde “din elden gidiyor” diye haykıran insanlar varmış. Bu insanlar gerçekten var mıymış, var idiyseler böyle haykırmakla neyi murad etmektelermiş, bunlar konumuz değil.