İRİLE UFALA TARİH
İSMET ÖZEL
.

Bir dünya tarihinden söz edilebilir mi? Bu nasıl bir sualdir? Aklımıza ilk gelen şey dünyadan söz edebildiğimize göre elbette dünya tarihinden de söz edebileceğimiz gelecektir. Fakat kazın ayağı öyle değil. Dünyadan ancak hangi dünyayı kast ettiğimizi tasrih ederek söz edebiliriz. Her ikisi de birer böcek olduğu halde karıncaların âlemi arıların âleminden farklıdır. Bu yüzden biz Müslümanlar Allah’tan “âlemlerin rabbi” tabiri yardımıyla söz ederiz. Şimdiye kadar merkeze bir ülkeyi ve o ülkenin dünya ile ilişkisini almadan yazılmış bir tarihe rastlamadık. A. J. Toynbee’nin kendi gibi tarihçi annesinden farklı bir şey yaptığını söylese de doğruyu yakalayabildiği söylenemez. Ikınıp sıkınarak dünya tarihi namıyla elimize tutuşturduğu Britanya’nın niçin Büyük olduğunu kanıtlama çabasından başka bir şey değildir.

Dünyayı ihata ettikleri izlenimi uyandıran iki süper güçten -ABD ve SSCB- söz edildiği dönemi geride bıraktık. II. Cihan Harbi’nden sonra yıllarca iki süper güç dünya siyasetinin kefili sayıldı. Temelde itiraz etsem de bu kefalete benim de göz yumduğum vakidir. Gerçekte II. Cihan Harbi’nin sahici galibi ABD dünyada nimet bilinen kaynaklara yaptığı tahribatın çirkefini gizlemek için kendinden daha acımasız bir gücü işaret edebilmek kastıyla bu hileye başvurmuştu. Bu hile hiçbir sıkıntıyı gidermediyse de Hollywood filmlerinin büyük katkısıyla hepimizin sinirlerini yatıştırdı. SSCB haritadan silindikten sonra hem Çarlık döneminin, hem de Sovyetlerin kalıntıları üzerinde yükselen modern Rusya’ya yeni bir süper güç yaftası yapıştırılmadı; ama Rusya hâlâ eskisi gibi bir kötülük kaynağı resmine uygun gösterildi. 
ABD’li akademisyen Rachel Carson’un Silent Spring (Dili Tutulmuş Bahar) başlıklı kitabı hem ABD’de, hem de moda meraklısı Avrupa’da yankı uyandırdı. Bu yankı halen bütün dünyada çınlamaktadır. Atmosferin, toprağın, suyun ve alışılmış değerlerin kirlenmeğe uğradığı sahada zenci-beyaz, işçi-patron ve benzeri zıtlaşmalardan doğan çatışmalar boşunaydı. Çok küçük yaştan itibaren insanlara dünyanın elden gittiği öğretiliyordu. Yani çevrecilik adı verilen ideologi bütün resmi kuruluşların itibarından yararlanmak istedikleri bir kanaat haline dönüştü. Böylece gerçekleşen neydi? Hiroşima ve Nagazaki’nin yerle bir edilmesiyle başlayan Bomba Kültürü yerini Kirlilik Kültürü’ne bıraktı. Bugün Kirlilik Kültürü’nün yerini neyin alacağını merak bile etmiyoruz.

Meraksızlık felsefe yapmamızı imkânsız hale getirirse bundan toplum hayatı itibariyle bir kötülük doğmaz, doğmamıştır; ama aynı meraksızlık edebiyatı elimizden alma başarısına ererse millî varlık ölüm döşeğinde demektir. Diyeceksiniz ki, millî varlık Batılılaşma bahanesiyle ölüm döşeğine çoktan düşmüştür. Bu fikre itiraza kendimde güç bulamıyorum. Tarihin akışı içinde neler cereyan etti ise Türklük şu veya bu şekilde kendini hesaba kattırdı. O kadar ki, I. Cihan Harbi ertesinde çiçeği burnunda SSCB yetkilileri “Savaş yeniden başlarsa Türklerin safında çarpışacağız” ibaresine başvurmak zorunda kaldı. Niçin böyle dediklerini izaha ne tarihi gerçekler bakımından, ne de medeniyetle münasebetler açısından aklım ermiyor; ama böyle dedikleri vaki.

Tarihi gerçekler deyişime bakıp benim milletlerin kaderi dışında müteal bir tarihin varlığını kabul ettiğimi sanmayın. Tarih denildiğinde hem geçmişte vuku bulmuş hadiseleri ve hem de bu hadiselerin yorumunu anlarız. Hadiselerin yorumu demek milletlerin kaderi demektir. Hadiselerin her ne sebeple olursa olsun gizli kalmış taraflarını keşfedebiliriz. Merak uyandıran budur. Diğeri ise merak uyandırmaz. Zira milletler kendilerine takdir edileni yaşar. Bu gerçeklik milletlerin çektiği acıları anlatır. Ne uğruna çeker milletler acıları? Ya kapıldıkları kibrin cezasını ödüyorlardır veya intikam almak için hangi malzemeleri kullanabileceklerine dair tecrübe ediniyorlardır. Bu ikisini yapmayan insan topluluğu millet olarak adlandırılmağı hak etmemiştir. Roma Medeniyetinin barbarlar tarafından yıkıldığını bir an için kabul edelim. Bu kabulümüz bizi nereye götürecek? Romalılar umumiyetle esir ettikleri Greklerin talebeleri oldular. Yani sosyal bilimlerin bize sindirdiği kalıplara uyacak olursak mağlup olmalarına rağmen Grekler yine ve hâlâ medeni, mütehakkim olmalarına rağmen Romalılar ise barbar idiler. Hakikat öyle miydi? Değildi. Romalıların Greklere yaptığının Greklerin Mısırlılara yaptığıyla ne kadar benzeştiğine dikkat edelim. Batı Medeniyetinin bilim dili ve sanat kuralı olarak yücelttiği kavram ve anlayış tarzını Greklerden ödünç aldılar. Bunu yine Grekler gibi yaptılar. Yani kurdukları devletin ihyasını temin edecek ölçüde bünyelerine uyarladılar. Greklerin Zeus’u Romalıların Jüpiter’i, Greklerin Artemis’i Romalıların Diana’sı oldu. Bu vakıanın bir benzeri Greklerin tanrı ve tanrıçalarını ülkelerine Mısır’dan nakletmeleri sırasında yaşanmıştı.

Yerküreyi dolduran insanların kim bilir kaç milyon yüzyıl devam edegelen hayatı mücerredin müşahhasla zamanı gelince uyuşmasından; ama daha çok uyuşmayışından teşekkül etmiştir. Öz Türkçecilik mücerret yerine soyut, müşahhas yerine somut dememizi öneriyor. Türkçede soymak fiili var. Dolayısıyla sarkmak fiilinden sarkık yaptığımız gibi gerekiyorsa soymak fiilinden soyut kelimesini uydurmamızda bir yanlışlık yok. Fakat Türkçede sommak fiilini göremediğimiz için somut dememiz hatalıdır. Fakat Türkçede som dediğimizde karışıksız, içi dışı aynı karakterde madde ile dolu, kof veya kaplama olmayan bir bütünü anlıyoruz. Som altın, som gümüş denildiğini işitmiş olmalısınız. Dolayısıyla som kelimesi yanlışlıkla da olsa somuta bir hayat alanı sağlamış. Dikkatimizi insanlık tarihinde bunun hep böyle olduğundan koparmaktan kaçınmamız gerekiyor. Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olmasıyla insanlık kıyamete kadar doğru yoldan haberdar olmamıza yarayan bir ölçü elde etti. En son Osmanlı devlet ricali bu ölçüyü çöpe atma hevesine kapıldı. Atabildi mi?

İsmet Özel, 19 Şevval 1443 (20 Mayıs 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.