BATI’NIN ÖNÜNÜ GÖRMESİ
İSMET ÖZEL
.

Oswald Spengler’in Der Untergang des Abendlandes (Batı İllerinin Harâbîliği) kitabına, bu kitabın doğru ve yerinde hükümler ihtiva ettiğine her iki dünya savaşının da mağlubu olarak halen muamele gören Almanya’ya rağmen inanırım. Tıpkı aynı yazarın Hitler’i bir kahramana değil ancak operanın bir soytarısına benzetilebileceğini telmih eden hükmüne yürekten inandığım gibi. XVIII. Hıristiyan asrından itibaren Batı’nın yani müstemleke haline çevrilmiş yeryüzü toprakları sayesinde şahlanan kapitalizmin çökeceğini söylemek kehanet değil. Türk üstünlüğü karşısında bir intikam hareketi olarak güç toparlamak isteyen Batı Medeniyeti neye veya kaça mal olacağını umursamadan bir azamî kâr yarışı başlattı. Kâr yarışını şu veya bu sebepten tasdik etmek para dininin yürürlüğe girmesini kabul etmek anlamına geliyordu. SSCB’nin ömrünün bir yüz yıl bile süremeyişi (Keynes nakit paranın gücü konusunda Lenin’le aynı fikirdeydi) ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin dünya devletleri arasında mevcudiyetine yarar tek çıkar yolu ABD’ye yaverlikte buluşu bu kabulün ispatıdır.

İnsan hayatının bir mânâ etrafında şekillendiğini sadece bilmek bile yerkürede bir süre bulunduğumuzun boşuna olmadığını anlamağa yeter. Dolanıyorsak hangi mânânın etrafında dolanmaktayız? Biz Türkler Bizans’a son vermekle kalmadık. Gayri-Müslim hayatın dikkati hak etmeyecek kadar aşağılarda sürüklendiğini gören gözlere gösterdik. Gören gözler fark ettikleri şeyin gereğini yerine getirdiler mi? Getirmediler. Daha doğrusu insanlık görev duygusunun baskın çıktığı bir dönemin Roma İmparatorluğu’nun söz sahibi olduğu son iki bin beş yüz yıl boyunca yabancısı kaldı. Avrupa’nın ana fikri yabancılaşma olarak onların edebiyat saydıkları uğraşı içinde belgelendi. Gören gözler fark ettikleri şeyin onlara yüklediği şartı yerine getirselerdi ne yapacaklardı? Yüklendikleri şart kapitalizmin değerden düşmesine hizmetten başka bir şey olamazdı. Sermayenin birikimi ve mümkün olduğu kadar az elde toplanması Türklere hadlerini bildirmek için ihtiyaç duydukları vazgeçilmez çözümlerin başında geliyordu. İnsanları para için her şey yapmağa mecbur kaldıkları bir ruh durumu içine hapsetmek Büyük Britanya kolonilerinde kelle vergisi uygulamasına götürdü. Ders kitaplarında büyük keşifler başlığı altında öğretilen hadise Avrupa devletlerinin bu kıtanın yüzölçümüne kıyasla devasa diyebileceğimiz yerküreyi bir müstemlekeler sahasına çevirmelerine vardı. Soğukkanlı bir gözle haritaya baktığınızda Avrupa adı verilen toprak parçasının bir kıta olarak anılmasını tuhaf bulursunuz. Bu sahanın kıta olarak anılmasının sebebi müstemlekecilikten başka bir şey olamaz.

Macaristan’da yüz elli sene kaldıkları hesaba katılırsa Türkleri Avrupa’nın burnunun dibinde saymak sadece romantik bir benzetme olur. Onlar Avrupa’da, Avrupa’nın göbeğinde yüzyıllar geçirdi. Yalnız kentsoylular değil İbrani-Hıristiyan âlemin aristokrasisi de ilerlemeği, kalkınmayı, modernleşmeği boyunlarında bir yatağan hissederek gerçekleştirdi. Yeniçeriliğin Mahmud-u Adlî eliyle yürürlükten kaldırılması hem aristokrasiye ve hem de kentsoylulara derin bir nefes aldırdı. Alaturkalık Türk toprakları da dâhil dünyanın her yerinde alay konusu bir şekle büründü. I. Cihan Harbi’nin mağlubu bir millet sayılan Türkler vatanlarının bölünmemesi şartıyla, yani Türk topraklarının yekvücut olarak muhafazası mukabilinde İngiliz himayesini veya Amerikan mandasını kabule hazır “aydınlar” tarafından yönetilir oldular. II. Osman saltanatından itibaren her sahada çektiğimiz acılar yanımıza kâr kaldı.

Acılar yanımıza kâr kaldı çünkü biz Türkler tarihin en erken çağında icat edilmiş dünyaya hükmetme tiyatrosunun provalarında hiç rol almadık. O halde Kudüs’teki Ağlama Duvarı’nı tamir ettiren (Yıkılmış yer nasıl tamir ediliyorsa!)Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa kralına yazdığı mektuba ne diyeceğimi bana sormayın. Türklük ve Osmanlılık biri diğeri yerine ikame edilemeyecek iki kategoridir. Osman beyin kendisi için daha işin başında bir saray inşa ettirmesinden anlaşılacağı üzere Osmanlılık kibrin bir timsali olarak başladı ve düvel-i muazzamaya yaltaklanarak sona erdi. Oysa dünya ölçüsünde gündelik hayatın idamesinde Türklük kanaatkârlıktan başka bir şey anlatmaz. Osmanlı Hanedanı’nın faaliyetleri içinde maşa ile tutulacak kadar bile temiz bir yer bulamazsınız. Devletin batmasını önlemek için Saray’ın ülke içinde her şeyi batı medeniyetine uyarlamasının açıklaması budur. İberik yarımadasında 800 yıl kalan Endülüs Emevilerinin bu hikâyede  nereye yerleştirileceğini ayrıca hesaplamak gerekir.  

Kılavuzu karga olanın akıbetini bilirsiniz. Bizimkinin de ondan farklı olmadığını söyleyesimiz geliyor. Ancak içine düştüğümüz durum tabirin isabetli bir tespiti ifade ettiğini göstermiyor. Çünkü Batı Medeniyeti hiçbir zaman kendini gidilecek yolu bilen kılavuz mevkiinde görmedi. Ne oldu da XVII. Hıristiyan asrından itibaren Batı Medeniyeti bütün ışıkları cezbeden bir durum arz etti? Bu suali soran kendine hayret eden Batı’nın kendisidir. Batı Türklerin mağlup edilebileceği fikrini edininceye kadar kendine güvenmedi. Yani Batı denince bir yandan kendini tamir etme derdine düşmüşken diğer yandan mesafe kat eden bir gemiden söz etmiş oluyoruz. Batı Medeniyeti şimdiye kadar yani kendini medeni sayalıdan beri hangi kusurunu ortadan kaldırdı? Bırakın kusurlardan birini yok etmek sürekli olarak kamburuna kambur ekledi.

Niçin her yanı eğilmiş bükülmüş olmasına rağmen Batı Medeniyeti hayatını devam ettirebiliyor? Devam etmekle kalsa yine iyi. Batı Medeniyeti tabiat olarak bildiğimiz yapının yağmalanmasında ve tahribinde insanlığı tahkir edici bir yöntem izliyor. İnsanlık bilhassa I. ve II. Dünya Savaşları yüzünden yüzüne tükürüldüğünde yağmur yağdığını farz edecek kadar ruh çarpıntısına uğramış. Bu çarpıklıktan kurtulmak isteyen Müslümanlar tam tamına tasrih edersek Türkler ellerinde sihirli bir formül bulunduruyor. Müslim ve gayri-Müslim farkını insanları ayıran yegâne çizgi kabul edersek meselenin bütün karmaşıklığı ortadan kalkacak. Daha önce de yazdığım gibi dünya iki parçadan fazlasını kaldırmaz. İman bir yandadır, küfür diğer yanda. Müminler ve kâfirler biri diğerini tesirsiz bırakmak için vardır. Bu sihirli formül tatbikat alanı bulduğunda hayatımız her türlü sahtelikten arınacak.

İsmet Özel, 18 Cemaziyelahir 1443 (21 Ocak 2022)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.