ABD seçim sonuçları dolayısıyla pozisyon alanları ve kendine uygun bir pozisyon arayanları fark etmek çok kolaylaştı. Bu kolaylık Türkiye'nin kontrol altında tutulduğu şartların daha da ağırlaştığını gösteriyor. Pozisyon alma yarışı dolayısıyla Hıristiyan takvimiyle 2009 yılında Obama'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi konuşmasını hatırladım ve bunu Türk milliyetçilerine hatırlatmayı kendime vazife bildim.
Türk milliyetçiliği demişken; önce sosyalizmin, sonra İslam'ın Türkiye'yi düzlüğe çıkarmasına mani olanların şimdi de aynı şeyi milliyetçiliğin başına getirmek istedikleri gün gibi ortada. Dikkat edildi mi bilmem, Devlet Bahçeli 2017'de o gün için anlaşılması güç bir cümle kurmuştu: “Eğer Doğu Perinçek ve hayırcı yoldaşlarıyla Recep Tayyip Erdoğan arasında bir tercih hakkımız olursa, kesinlikle ve istisnasız Sayın Erdoğan’ı tercih edebileceğimizi herkes bilmeli ve kafasına sokmalıdır.” Fakat bugün üç ismin aynı söylemi tutturduğu herkesin malumu. Doğu Perinçek'in partisinin adını 2015 yılında İşçi Partisi’nden Vatan Partisi’ne çevirdiğini hatırlamak da bu malumatın cabası olur.
Obama, Ermeni (“soykırım” meselesi), Rum (Heybeliada Ruhban Okulunun açılması), Kürt (Kürtçe televizyon yayını) açılımları konusunda başarı puanlaması yaptığı ve "tavsiyeleri"ni bildirdiği konuşmasında "Müslüman dünya"yla ilgili "ortak hedef"lerden ve "ortak rüyalar"dan bahis açmıştı. Küfür sistemi böyle işler, "tavsiyeler" yani talimatlar yukarıdan aşağı, değerler aşağıdan yukarı hareket eder.
Obama TBMM'de bu konuşmayı 2009 yılının Nisan ayında yaptı. Sonra ne oldu? Bir ay sonra, Mayıs 2009'da Suriye sınırımızdan mayınların temizlenmesi konusu açıldı. Muhalefet mayın temizliğinin verildiği firmayı bahse konu ederek tantana yaptı. Fakat mayınları niçin temizliyoruz diye sormadı. Türkiye'de bu suali İsmet Özel'den başka bir Allah'ın kulu sormadı. Ve mayınlar temizlendi. Bir yıl sonra 2010'da "Arap baharı" patlak verdi. "Bahar" Suriye krizi ile neticelendi. Suriye’nin ABD'nin ikinci Vietnam'ı olduğu anlaşılana, Rusya Suriye'de bir askeri başarı gösterene kadar Türkiye Cumhuriyeti "ortak hedef" denilen işe koşulmuştu. 2. Dünya savaşından sonra süregeldiği gibi çatışmalar çatışanların kendi hayat sahalarının dışında vuku buldu ve Müslüman kanı aktı. O aralıkta, bugün ABD başkanı olan Biden, ABD başkan yardımcısı sıfatıyla 2014 yılındaki Türkiye ziyaretinde Libya tahliyesiyle övünen başbakan Ahmet Davutoğlu için “Şunu da söylemek isterim ki Başbakan’ı en son gördüğümde kendisi Dışişleri Bakanı’ydı. Ben başkan yardımcısıydım ve halen başkan yardımcısıyım. Kendisinden ders almalıyım” demişti.
Demokrat Parti’den başkan seçilen Biden'ın ilk resmî ziyaretini Türkiye'ye yapacağı pek ihtimal dahilinde değil. Zaten cumhuriyetçi Trump yönetiminin Türkiye'yi son ziyareti de ne hikmetse pek gürültü koparmadı. ABD dışişleri bakanı Pompeo İstanbul ve Ankara'da Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile resmî hiçbir irtibat kurmadan patrikhaneyi ziyaret etti ve Türkiye'den ayrıldı. Fakat Trump'ın selefi olan Obama ilk resmî ziyaretini Türkiye'ye yapmıştı. TBMM'deki konuşmasındaki en dikkat çekici sözler ise şunlardı: "Atatürk'ün bıraktığı en büyük miras “seküler demokrasi”dir ve bu meclis de bunun devamıdır. Türkiye yabancı güçlere teslim olmadı ama bir imparatorluk davası da gütmedi ve kendi iradesiyle demokratik yolu benimsedi". O gün için mecliste bulunan bütün partilerin vekilleri şiddetli bir alkışla bu beyanlara mukabele ettiler.
Ne Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde demokrasi vardır ne de Atatürk'ün kurduğu “seküler demokratik” bir Türkiye cumhuriyeti. Obama'nın nutuk attığı TBMM -başta BMM idi- İstanbul'da esir mahiyetinde olduğu kabul edilen halifeyi kurtarmak niyetiyle yola çıktı. İlk meclisin yemin metni aynen şöyledir: “Makam-ı hilafet ve saltanatın ve vatan ve milletin istihlâs ve istiklâlinden başka bir gaye takip etmeyeceğime vallahi.” İstiklâl Marşı bu yemini eden vekillerin kabul ettiği marştır. İstiklâl Marşımız “Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl.” der. Yani İstiklâl Marşı başka bir ülkenin değil Türkiye Cumhuriyeti’nin istiklâlini terennüm ediyorsa şöyle der: Türkiye Müslümanların hak edilmiş vatanıdır ve Türkiye'de yalnızca Müslümanların sözü geçmelidir. 1928 yılına kadar da Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini Teşkilât-ı Esasiye’nin ikinci maddesinde yazdığı gibi İslam’dır. Ayrıca laik ve demokratik olarak kurulduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanından 5 ay sonra hilafet kaldırılmamış TBMM’nin uhdesine devredilmiştir. Ayasofya tekrar cami olarak açıldığında Heybeliada Ruhban Okulunun da açılmasını isteyenler oldu. Biden'ın seçilmesiyle beraber bugünlerde de AKP'nin reform paketinden gayrimüslimlerin bayramlarını resmî tatil ilan eden bir karar çıkacağı duyuruluyor. Yalnızca Müslümanların bayramlarını resmî tatil kabul eden Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına tek parti devri inkılaplarına nazire yaparcasına 18 yıldır AKP reformları kastediyor.
“Seküler demokrasi” yavesinin ikinci kısmı da var. Türkiye Cumhuriyeti 2. Dünya Savaşı sonunda mecburen çok partili hayata geçmiştir. Demokrasiye geçmiştir demiyoruz. Mustafa Kemal veya 1934’ten sonra Atatürk yaşarken demokrasi değil çok partili hayat bile yoktu. 1945’te çok partili hayata geçildi fakat CHP içinden çıkan bir muvazaa partisi olan Demokrat Parti hariç diğer partilere hayat hakkı tanınmadı. 1946'da demokrasi ile hiç alakası olmayan hileli bir seçim yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti demokrasiyle ancak 1950 yılında tanıştı. Obama’nın başkanı olduğu ABD Türkiye’nin kendine mahsus demokrasisine katlanmayarak 27 Mayıs 1960’ta buna son verdi.
Obama TBMM'de Türkiye'nin varlığı hakkında yalan beyanlara başvurmuş ve meclisin isminde niçin büyük sıfatı olduğunu idrakten aciz vekillerce ayakta alkışlanmıştı. Birkaç yıl sonra aynı mecliste İsmet Özel'in Amentü şiirinde geçen ve İstiklâl harbinde mücahitlerin söylediği “Kâfir Yunan bayrak asmış/ Camilere, her yere” marşı kâfire kâfir denilmesinden rahatsız olanlarca protesto edilmiş bu ifadelerin tutanaklara geçmemesi için çalışılmıştı. Bu muvacehede bugün meclisteki bütün partilerin oyuyla Hristiyanların 2021. yılının "İstiklâl Marşı Yılı" olarak ilan edilmesi suretiyle neyin istismar edildiğini fark etmemek bir Türk'e yakışmaz.
Gökhan Göbel
18 Cemâziyelahir 1442 (30 Ocak 2021)
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in "Of Not Being A Jew" kitabında yer alan "Bilimsel Türkiye" şiirinin
"İsmet Özel hastaneye düştü" haberi duyulunca İsmet Özel hakkında yazılıp söylenenlerin çetelesini tuttuk. Bu yüzden televizyon ekranında İsmet Özel’in karşısında dilini kıpırdatamayıp, İsmet Özel’in hastalığı haberinden sonra dili açılanlar,
ABD seçim sonuçları dolayısıyla pozisyon alanları ve kendine uygun bir pozisyon arayanları fark etmek çok kolaylaştı.
İsmet Özel “Tersinden Edebiyat Tarihi”ni yazmaya devam ediyor. Sekizinci Mukaddeme’de “Niçin İtalya, Patagonya der gibi Türkiya denmiyor da, İstinye, fasulye dermiş gibi Türkiye deniyor?” diye sual etti. Ülkemizin adına niçin cumhuriyetten sonra Türkiye dendi? Türkiye Türkçe bir kelime mi?
Türk denizi deyince, Orta Asya’da kuruyan bir “iç deniz”den bahsetmiyoruz. Türklere Orta Asya’da bir köken icat edilmesi günü gelince Türkleri oraya postalamak içindir.
“Türkiye’de Kafirlerin Zapt Edemedikleri Tek Kale” başlıklı yazımızda Ebubekir Eroğlu’nun şu sözlerini nakletmiştik: “Bana öyle geliyor ki 1970’lerde İsmet Özel çıksa “İkinci Yeni şiirini bir duvarın dibinde sızıp kalmaktan ben kurtardım” dese bir iki homurtu yanında bu sözüne yandaş bulabilirdi.
Sabahattin Ali 1928’de tahsil için trenle Almanya’ya giderken onu yolcu etmeye gelen Pertev Naili Latin harfleriyle neşredilen ilk gazetelerden birini uzatıp “bunu sakla yüz yıl sonra çok değerli olacak” demiş. Sabahattin Ali de gülerek “tabii harf inkılabı başarılı olursa” diye cevap vermiş.
ABD Irak'ı işgal ettiğinde Misâk-ı Millî dolayısıyla bunun Türkiye'nin işgali manasına geldiğini İsmet Özel'den başka kimse zikretmedi.