Akif öldükten sonra onun ufülüne ağlıyan gözlerde yine Akifin pürüzsüz samimiyeti okundu. Akifteki mütevazı, gösterişsiz samimiyet, onun programsız kalkan cenazesinde yine aynen fakat bütün haşmetile tecelli etti. Ardında bıraktığı iz; bir damlacık gözyaşından ve nihayet sönüp tükenen bir enin nefesinden ibaret kalmadı. Sütunlarla matem, sayfalarla medhü sena avazeleri yükseldi ve hâlâ yükseliyor.
Akif hakkında oldukça geniş tafsilâtı, İlmiye kütüphanesi sahibi Eşref Edibin kitabında gördük. En mükemmel izahları da eski Balıkesir mebusu Hasan Basri Çantayın çıkaracağı büyük cildde okuyacağız. Akifin Ankaradaki ömrü Hasan Basri ile geçmiştir. Bülbül şiirinin ve İstiklâl marşının nasıl bir felâket gününde, ne gibi yaslı bir ümidsizliğin istilâsı altında;
Korkma!...
Diye bir iman fevvaresi halinde fışkırdığını Basriden dinlemeli!
Ben Akifle -Basri Çantayın tavsiyesi ve Üsküdarlı şair Talât beyin delâleti ile- görüşüp tanıştım. Üsküdarlı şair Talât beyin:
“Varken bu kadar güzide beytim
Kaldım yine bir kira evinde”
Dediği ikametgâhına gittim. Yanında eczacı kimyageri Mustafa bey varmış. Biraz hoş beşten sonra maksadımı açtım, delâletini rica ettim. O, Akifle görüşmek vesilesi çıktığından pek hoşlandı. Doğru Akifin evine vardık. Akif yemekte imiş. Talât beyi “Vay Üstad! Bu ne lütuf, bu ne iltifat!..” diye candan tezahürle karşıladı, koltuklayıp yukarıya götürdü. Bomboş bir odanın kupkuru tahta sedirine atılmış olan eski bir kilim parçasının üstüne oturduk.
Akif koştu aşağıdan eski bir kahve iskemlesi getirerek karşımıza yerleşti. Talât bey kendi ıstılahlı şivesile söylüyordu:
-Vallahi efendi kardeşim! Prens Abbas Halim Paşa hazretlerinin şerefi sohbetlerile gâmiyab olsam… Zatı faziletiniz gibi bir hüsnü karine nailiyetlerinden dolayı kendilerini tebrik edeceğim doğrusu.
Akif mahzun bir tebessümle cevab verdi:
-Üstad! Yağlı bir kuyruk bulduğum için asıl beni tebrik etmelisin..
Sonra acı bir göğüs geçirerek kendi kendine mırıldandı:
-Ah.. dedi, ben bir çanak bakla aşına da razıyım!..
(Bakla aşı; Harbi Umumî açlığında, ordunun ve bütün milletin nazarında mukaddes taam sayılmıştı.)
Basri Çantayın selâmını söyliyerek, tavsiye tezkeresini sunduğum zaman Akifin gözlerinde samimî bir zevk ışığı parlamıya başladı:
Üstad! diyordu. Bu Basri Çantayı siz tanımazsınız kimdir? Bu çocuk altınla tartılmaz. Elmasla belki. Fakat o kadar büyük elmas acaba dünyada var mı?
Ben ve Talât bey, Basri Çantayın hassas bir şair gönlünde bu kadar engin bir yer tutmuş olmasına derin bir hayranlık hissediyorduk.
Artık ertesi günden itibaren Akifle her gün Karesi otelinin kıraathanesinde, sabahtan akşamlara kadar konuşuyorduk. Basri Çantay Karesi otelinde misafir kaldığı için Akif onu bir gün ziyeretsiz bırakmıyordu.
Tesadüfün lûtüflerile Neyzen Tevfik, Hafız Sami, Yenikapılı Baki, Müstecablı oğlu Esad Adil, Ödemişli Muammer gibi eski dostlarımın da iştirakile ne samimî sohbetler yapıyorduk. Bu zevkimiz, razı olduğu bir çanak bakla aşını yemek için Akifin mecburen tâ Mısıra gittiği güne kadar sürdü.
Ben Akifi o zaman yakından tedkik fırsatını bulmuştum. O dostlarına, aşinalarına birer etiket yapıştırırdı: Darülfünun müderrisi Ferid beye Üstadcığım, Naim beye Hazreti Buharî, Elmalılı Hamdi efendiye Alimülmantık, Tahir Mevleviye Molla Siyer “Tarihi İslâmcı” adlarını takmıştı. Süleyman Nazifin firması sorulunca.. işaret parmağını sivrilen dudaklarına götürerek (Şeytan kulağına kurşun!) demişti.
Bir gün Akifin henüz neşredilmiyen şiirlerini istinsah ediyordum, Basri bey sordu:
-Üstadım sen vadiyi değiştirdin galiba?!..
Akif acele izah etti:
-Hayır! Benim asıl kendi vadim bu. Bunlar benim şiirlerimdir. Şimdiye kadar neşrettiklerim cemiyetindir.
Oh.. bu cümlede ne şümullü bir izah vardı. O, ileride tariz için kendisine medrese hocası, cami vâızı diyeceklerini kestirmiş olmalı ki; eserlerini, cemiyetin o zamanki nizam ve âhengine uyarak vücude getirmiş olduğunu açıkça anlatmıştı.
Akif hakkında –tariz kasdile olsa da- ne derlerse desinler, eserleri kendini utandıracak mahiyette değildir. Süleyman Nazifin dediği gibi Akif düşmanlığı, züppelerin uydurduğu, süreksiz bir moda halindedir.
Bundan sekiz on yıl önceleri, matbuatta bir anket açılmıştı. Bu anket; inkılâbımızın daha önceden edebiyatımızda tebşirli bir işaret ve in’ikâs görülmüş müdür? zemininde idi. Verilen cevabları iyice takib edemedim. Bilmem Akifin o selîs ve seyyal üslûbu ile millî intibahı telkin ve izhar eden mısralarından bahseden oldu mu?
Şimdi.. hafızamı daima tezyin eden o mısralardan birkaçını burada bir daha okuyup anayım:
“Ey cemaat uyanın elverir artık uyku,
Yok mudur sizde vatan namına hiçbir duygu!?”
*****
“Sahibsiz olan memleketin batması haktır
Sen sahib olursan bu vatan kurtulacaktır!”
*****
“Sineler gayzın faş etmiye dursun varsın;
Sıra gelsin, o zaman var mı yürek, anlarsın!”
*****
Hele her gün dinî merasim gibi muntazaman üç defa “Padişahım çok yaşa!” diye bağırıldığı bir hengâmda;
“Siz ey insanlık istidadının dünyada mahrumu!
Semalardan da yüksek tuttunuz bir zıllı mevhumu!”
Demek ne kahramanlıktır. O zamanlarda ki “Peygamber vekili” denilen padişah hakkında “Zıllullahı fil’âlem = Alemde Allahın gölgesi” diye bir lâkab kullanılır, abdestsiz ağızlar için padişah lâfını söylemek günah sayılırdı.
“Bir şahsa esir olmayı bir koskoca millet
Mekrinle mi yarab sanıyor, derdine devlet?!”
Diyebilen -Akiften başka- hangi babayiğit şairimiz var?..
-BİTTİ-
Akçay iskelesi
Ruhî Nacî Sağdiç, Yeni Sabah, 04.07.1940, s. 5
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.
Geçen gün Bulgar misafirlerimizle beraber, Beylerbeyi sarayını ziyaret ettiğime çok memnun oldum.
Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.
Artık Akif yaralıdır. Son ümidini Anadolu'da başlıyan Milli Mücadele'ye bağlamıştır.
Millî Türk talebe birliği gençliğinin millî marşlarımızı öğrenmesini temin için Halkevi ve Konservatuvarla temas ederek...
23 Nisan Bayramında Binlerce Genç Millî Marşımızı terennüm Edecek