İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİ MEHMED AKİF HAKKINDA -1-

Geçen gün “Yeni Sabah”da (İstiklâl Marşı değişebilir mi?) başlığı altında, Akifin lehindeki bazı sözler toplanıp neşredilmişti. Milletlerin istiklâlleri tehlikeye düşmüş bir mevsimde olduğumuz için istiklâlimize dair millî bir heyecan teranemiz olan marşın bahis mevzuu edilmesi ve içtimaî ruhtaki istiklâl hazzının tazelenmesi yolunda yapılan şu neşriyat, her halde, boşuna bir gayret değildir.

İstiklâl şairimiz merhum Akif, sağlığında çok haksız tarizlere uğramış bedbaht bir vatanperverdir. Şimdi şu fâni âlemden çekildiği halde aleyhine saldıranlar ve onun bütün eserlerine, hattâ şaheseri olan (Çanakkale)sine ve (İstiklâl marşı)na hücum edenler eksik değil.. Kâh eseri olan marşı, kâh müessir olan şair Akifi taarruz hedefi yapan bu savletler -gerektiği kadar- müdafaa edilmiş değildir, doğrusu.

Görüyoruz ki: Akifin lehinde veya aleyhinde şimdiye kadar yapılan münakaşalar onu sevenlerle onu sevmiyenler arasında yalnız bir taraftarlık ve aleyhtarlık mübarezesi şeklinde tecelli etmiştir. Eserleri hakkındaki bahisler dahi, beğenmek veya beğenmemek gibi mizaç hususiyetlerine göre, biri diğerine uymıyan, şahsi kanaatlerden ileri geçmemiştir.

Halbuki.. hem kendi, hem dünya tarihinin en müdhiş felâketlerini geçiren ve pek muhteşem bir inkılâbı muvaffakiyetle başarıb istiklâline tam bir zaferle ulaşan Türk milletinin istiklâl marşını ibda eden bir şairin ismi üstünde durmak, onun bütün meziyetlerini birer birer meydana koymak ve varsa sakat taraflarını tahlil ve tesbit etmek muhakkak -millî vecaib sırasında gelen- ciddi bir mevzudur.

Bunu, lâyık olan sıhhat ve isabetle, yapabilmek için ancak; şairin yaşadığı devri bizzat yaşıyarak şairin ruhunu ezib yoğuran âmilleri bilenlerin, ona kan ağlatan felâketleri bilfiil gözüyle görenlerin onun hislerine bir şiir âbidesi halinde vücud veren yurd sevgisini o kadar samimiyetle duyanların mevcut ve mebzul olması icab eder.

Bu fâni unsurlar ise gün geçtikça eksiliyor ve nihayet bir gün gelecek ki hiç birinden eser kalmıyacak.. O zaman millî şairimiz hakkında -eldeki metinden başka- malûmat arayanlar, şübhesiz mübhem bir karanlık içerisinde kalacaklar ve hayli zorluklarla karşılaşacaklardır.

Onun içindir ki, Akif ve eserleri hakkındaki bahislerin -her ne sebeple olursa olsun- ardını kesmemek, onun lehinde ve hattâ aleyhinde herkesin bildiğini, duyduğunu söylemesine imkân vermek suretiyle müstakbel nesillere geniş ve emin bir tedkik zemini hazırlamak lâzımdır, sanırım..

Yalnız, bu bahislere girişirken, riayet edilmesi icab eden, bazı ilmî şartlar göz önünde tutulursa mübahasenin indî fikir mülâhazalarla faydasız ve muzır cereyanlar almasına ve arada tezahür ve tebarüz edecek bazı kıymetli hatıraların, dürüst ve ilmî kanaatlerin yazık olub gitmesine meydan verilmemiş olur. O şartlar acaba ne gibi şeylerdir?

Evet.. tenkid (intikad) şartları acaba nelerdir? Bunları öğrenmek için yeni bir vahiy inmesini beklemiye muhtaç değiliz. Bu şartlar her zaman söylenmiş olduğu için herkesçe bilinen, fakat nedense çok defa ihmal olunan şeylerdir.

Bahis mevzuumuz olan Akif, bir zamanlar yurdun irfan âlemine edebiyat hocalığı da yapmıştı. Başmuharriri olduğu (Sıratı Müstakim) mecmuasında bazı edebî mevzular üstünde, ilmî doktrinlere dayanan kıymetli makaleler neşretmişti. O makalelerden biri (intikad) başlığı altındadır. O devirde kelimecilik taassubu âdetti. Akif de o itiyada uyarak kelimenin doğru şeklinde israr ederek (tenkid) yerine (intikad) tabirini kullanmıştır.

Her ilim tabiri, gene ilmî tarif ile izah olunur tarzındaki metoda riayet eden Akif, intikad tabirini (bir eseri tedkik edip değerli cevherlerini bulup meydana çıkarmak) yolunda izah eylemiştir.

Bunda kibar bir incelik var. Erbabınca malûmdur ki, bir şey anlatılırken bazan sözün zıdları da kastedilerek dil kullanılır. Muhalif mefhumu murad etmek diye izah olunabilen bu ifade şivesinde çok ince ve keskin bir tebliğ kudreti mevcuttur. Şimdi -kelime müteassıbları nezdinde galat ve sakat sayılsa da- ben de bu tabirin meşhur olan şeklini kullanarak (tenkid) diyeyim.. Evet, tenkid, bir mevzuun değerli cevherlerini bulup meydana çıkarmak yolunda tarif edilince bu cümlenin muhalif mefhumu şöyle olmak lâzımgelir: tenkid, bir mevzuun ayıb ve kusurlarını sayıb göstermek demek değildir. Çünkü meziyetlerin üstüne perde germekten, faziletlere karşı silâh çekmekten ne ilmî, ne de amelî hiçbir fayda çıkmaz. Bu hakikate aklında muhakeme kudreti, gönlünde ilim hürmeti olan hiç kimse itiraz etmez. Eğer serkeş bir inad ile ilmî lüzumlara isyan edenler olursa onlar hakkında verilecek hükmü -muhakkak selim olan- efkârı umumiyeye havale etmelidir. İrfan pazarında serkeş ve anut âsileri, inzibatı içtimaiyenin müekkili olan efkârı umumiye nefret kamçısıyle tedib eder.

Şurada küçük bir kayıd koymak münasib olur. (Bir cemiyette efkâr yoktur, hissiyat vardır. Şu halde efkârı umumiye olamaz, belki hissiyatı umumiye olur. Hissiyatı ise ilmi kanaatlere mesnet addetmek caiz değildir!) tarzında basit bir nazariye ile tecavüzlerini meşru göstermek isteyenler zühur edebilir. Böyle bir dalâlete düşenlere karşı, çok vazih ve sarih olarak, söylemelidir ki: bütün kuvvetini ve isabetini şeniyetten (realiteden) alan bugünün ilmi, hissiyatı umumiyeye hürmetle kıymet vermeye ve bu mesnedi metini asla ihmal etmemeye mecburdur.

Mücerred bir nazariye halinde kalan ve umumî hissiyata dayanmıyan hangi kanaat, hangi emel ayağa kalkıb dimdik durabilir?

Öyle bir uyanık ve şuurlu devirdeyiz ki -eskiden olduğu gibi- efendim fennen böyle iktiza ediyor! diye herkese muğlâk görünen istisna salâhiyeti ile kanaatlere, sökülmez bir perçin vurulamaz. Çünkü bugünün irfan terbiyesi; her iddiaya karşı (Niçin?!) diye sual sormak ve buna (Evet..zira….) diye izahat almak, isbat istemek merkezindedir. Bilhassa (İstiklâl marşı) gibi âmmeyi alâkadar eden bir meselede, herkesin sahib olduğu hak ve salâhiyeti kullanması için hür bir irfan muhiti cümhuriyetle idare olunan Türk yurdunda dünya kadar engindir.
(Devamı yarın)

Akçay İskelesi

Ruhi Naci Sağdıç, Yeni Sabah, 7 Temmuz 1940, s.4

İLAHİ’DEN MARŞA

“İstiklal Marşı” sözünü bile ilk defa duyuyordum. Tekkedeki ilahilerden, okuldaki marşa gelmiştim.

Nihad Sami Banarlı: "Türk İstiklâl Marşı, şiir kalitesi ve söyleyiş güzelliği bakımından, yeryüzündeki millî marşların hiç birisiyle ölçülemiyecek kadar üstün ve derin mânâlı bir şiirdir."

SÖZE merhum Süleyman Nazif'in bir makalesini hatırlayarak başlıyacağım. Milli iftihar ve ıztıraplarmızla yuğrulmuş, canlı ve ateşli nesirleriyle Süleyman Nazif,

"En sonunda, Âkif’in şu mısraını da söylemek isterim"

Yağmur Tunalı: Doğu Türkistan’ın durumu hakkında iç açıcı şeyler söylemek mümkün görünmüyor. Sizin ilk sözünüz de son sözünüz de Doğu Türkistan. Sözü bağlamakta güçlük çekiyorum. 

Necip Fazıl Kısakürek - Babıali; ""İstiklâl Marşı" beğenilmiyor ve yerine bir "Millî Marş" yazdırılmak isteniyordu."

O senenin başlarında bir hadise olmuştur. Mehmet Âkif’in “İstiklâl Marşı” beğenilmiyor ve yerine bir “Millî Marş” yazdırılmak isteniyordu. Hattâ Ulus gazetesi bu iş için bir de müsabaka açmıştı.

İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbinin manevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu.

İstiklâl marşı şairi Mehmed Akif öldü. Onun ölüm haberini duyar duymaz, İstiklâl marşının İstiklâl Harbinde,

Mehmed Akif ve Nurullah Ataç..

Nurullah Ataç’ın hatası, “Mehmed Akif” i henüz yeni tanımağa çalışmış olmakla başlıyor.

Yaşar Çağbayır - İstiklâl Marşı'nın Tahlili

Eylül 1920 günü, ortalık ağarırken ilerleyen süvarilerimiz, yükselen güneşin tatlı ışığı altında İzmir’i bir tablo gibi gördüler. 2. Süvari Tümeni, Alsancak ve