Bir mektebin mezun olan talebesi tarafından Taksim abidesi önünde yapılan merasime İstiklâl marşile başlandığı esnada oradan geçen ve hattâ merasimi seyredenlerden bazılarının şapkalarını çıkarmadıklarını ve yürümekte devam ettiklerini gördüm. Bunlar arasında iki posta müvezziininde bulunması büsbütün hayretimi ve teessüfümü celbetti. Millî benliğimizin bu derece saygısız ve alâkasızlıkla karşılanması insanı cidden müteessir ediyor. Bu hale bir çare bulmak için bütün neşir vasıtalarımızla telkinde bulunmalıyız.
Hakver, Akşam, 25 Temmuz 1940, s. 3
1920 yılında teşkil olunan Birinci Büyük Millet Meclisi’ne Burdur mebusu olarak katılan Mehmed Âkif bu sürede Taceddin
Son haftalarda Türk Gençliğinin kafasını meşgul edecek bir mevzu ortaya çıktı: İstiklâl Marşı’nın değiştirilmesi problemi. Günün vakıalarından bir an yakalarını kurtararak,
İnsanı prize takılmış bir makinenin kolu gibi mütemadiyen işler, mütemadiyen hareket eder çelikten yapılma bir âlet gibi kabul etmek...
Bu böyle de bunlar entipüften bir millet mi? Haşa. Bunlar tarihte zorlu devletler gurmuşlar, zorlu ordular gurmuşlar, zorlu sanayi gurmuşlar.
Mehmed Akif de Namık Kemal gibi, ilk manzumelerinden sonra, ruhlarının kemal çağında, manzum bir şey söylemeğe hazır oldukları zaman yalnız vatanı söylemek için ağızlarını açan, sayıları pek az, o kadar az ki yalnız kendilerinden ibaret iki vatan şairimizden biridir.
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.
Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.