MİLLİ MARŞ MESELESİNE DAİR

Dünyada başka hiçbir vasıta tasavvur edilemez ki musiki gibi bir an içinde kulaklardan kalplere inerek ruhlarda bir his ve heyecan dalgası, hatta bir ihtiras fırtınası uyandıracak kudrette bulunsun. Milli marşların memleket ve milliyet heyecanlarını tevlit ve terbiyede çok mühim birer âmil addedilmeleri bundandır. “Marseyez”in Fransız vatanperverliğini, “Doyçland” şarkısının Almanlık gururunu uyandırmakta ne kadar müessir olduklarını takdir için o milletler efradından bir kitlenin bunları nasıl terennüm ettiklerine bir defa şahit ve sâmi olmak kifayet eder. Aynı hatıraları taşıyan, aynı sevinçleri, aynı elemleri idrak etmiş olan insanların bütün bu müşterek şeyleri kelimeleri ve nağmeleriyle ifade eden bir şarkıda birleşmeleri kadar müessir başka ne olabilir? Bizim gibi vatan ve millet heyecanlarının en büyük, hatta en müthiş sadmelerine uğramış ve bundan dolayı o aziz ve mukaddes heyecanları bihakkın tatmış olan bir millet için seslerini birleştirememek ve müşterek heyecanları beraberce ifade ve izhar edememek ne elîm bir mahrumiyettir.

Hemen bir asra yakın zamandan beri Avrupa’nın ortasında sulh ve sükun içinde yaşayan İsviçrelilerin meşhur bir milli marşları vardır. Şu mealdeki mısralarla başlar:

“Ey serâzad dağlar!” Bizim seslerimizi, bizim hür şarkılarımızı tekrar ediniz! Sana ey vatan, ey muazzez İsviçre! Çocuklarının kanı ve hayatı feda olsun!” ilh.. Hiçbir düşman gölgesi görmemiş, hiçbir vatan acısı duymamış olan o halkın umumi yerlerde bu şarkıyı kadını çocuğu ve ihtiyarıyla öyle bir terennüm edişi vardır ki şehirlerin üstünde muazzam bir dalga halinde birleşen sesler hakikaten İsviçre şahikalarından cevap alır.

İstiklâl zaferiyle tarihin en korkunç bir imtihanını geçirmiş olan Türkiye için bütün mücadelelere, inkılâplara remz olacak ve onların etrafındaki heyecanları yaşatacak bir milli marşa o kadar büyük bir ihtiyaç vardır ki bu manevi gıda ve kudret noksanını herhangi bir maddi gıda buhranıyla pekâlâ mukayese etmek kabildir.

Bu gün kemale girmiş veya gençlik çağının son hadlerine erişmiş olan nesil, musiki, şarkı, marş ilh. gibi ihtiyaçlara karşı az çok biganedir. Çünkü asırlardan beri yobazlığın hâkimiyeti yüzünden musiki şeriata mugayir addedilmiş ve bir terbiye unsuru olmaktan uzak bulundurulmuştu. Nitekim çoğumuzun kulağı elhana yabancı, hele seslerimiz kendimizin bile tahammül edemeyeceğimiz derecede falsoludur. Fakat yetişen nesil bu itibar ile bizden çok farklıdır. Vasıtalarımız kâfi olmasa bile artık musikiyi ve teganniyi bir terbiye unsuru olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Çocuklarımızın kulakları elhanı hüsn-ü telakkiye daha müsteiddir. Sesleri artık törpülenmiş bulunuyor. Hele gramofonun en ücra köşelere kadar taammümü halkın nağme ve beste ile istinâsını artırıyor. “Valensiya, Florida mur, sasepari” gibi Frenk şarkılarının mahalle aralarında küfeci çocuklar tarafından bile tekrar edildiklerini işitmiyor muyuz? Gariptir ki bunlardan biri kalabalık bir yerde yüksek sesle teganni edilmiş olsa halkın belki yarısı iştirak edecek derecede aşina çıkar. Buna mukabil milli marşımızın ne olduğunu, hangi bestenin İstiklâl Marşına ait bulunduğunu kimse bilmez.

Her mektep kendi talebesine vatan şarkısını, milli marş ünvanı altında istediği güfte ve besteyi öğretiyor, her muallim hoş gördüğü veya bizzat yaptığı besteyi İstiklâl Marşı’nın güftelerine tatbik ederek çocuklara belletiyor.

Resmî mevkilerde bulunanlar, bir takım merasime riyaset edecek vaziyette olanlar bile kendi millet ve memleketinin nağmelerini tefrikten aciz bulunuyor.

Safahat şairinin resmen kabul edilmiş olan güftesi, kuvvetli ve kıymetli bir manzume olmakla beraber gerek uzunluğu, gerek lisanı ve bilhassa ihtiva ettiği zihniyet itibariyle bu günkü Türkün milli marşı addedilemez. Onu müntehabat mecmuaları tarihi bir hatıra olarak kayd ve muhafaza edebilirler. Bizim güftesiyle, bestesiyle bir İstiklâl Marşına ve bir milli marşa ihtiyacımız vardır.

Dünyada teganninin beklemeden evvel başlamış olduğunu iddia edenler o kadar heyecan tatmış olan Türk milletinin el’ân seslerini bir nağmede birleştirememiş olduklarını düşünseler hayret ederlerdi.

İbrahim Alaeddin, Resimli Gazete, 31 Mart 1928, Sayı 239

 

"Yunan canavarının da artık tek dişi kalmıştı"

…Anadolu alevler içindeydi. Camilerde diri diri insanlar yakılıyordu.

MİLLÎ HAŞYET

Gece yarısıydı. (Haber)in sahibi ve ben, otomobille gazeteye doğru geliyorduk. Yolumuz Sirkeci taraflarında dar bir sokağa saptı. Kimi kârgir, kimi ahşab, kümes gibi bücür iki sıra ev arasında, Arnavut kaldırımlı dar bir sokak. Pencereler, katran dolu küplerin açık ağızlarile, içerdeki karanlığı çerçeveliyordu. Sokakta, şeffaf uyku hayaletlerinden başka ne in, ne cin...

"Bu iki kıta kasten okutulmamıştır!"

Tarihimizin dolup taşan menkıbelerini akılla, menfaatle izah, elbette mümkün değildir:

İstiklal Marşımız İstanbullulara gizlice dağıtılmıştı.

İstiklal Marşımız, o zaman işgal altında bulunan İstanbulda ilk defa olarak merhum Muallim Ahmet Halit Yaşaroğlu tarafından gizlice bastırılmış

Millî marş hakkında iki mütalea daha!

Bugün, resmen milli marş olarak teganni edilen İstiklâl marşının güftesinde milletimizin bugünkü umdelerine çok aykırı düşen yerler vardır.

İstiklâl Marşımızın Psikanalizi

Her milletin bir “millî marş”ının olması teamül haline gelmiştir. Milletçe saygı duyulan, ayakta dinlenen marşdan bir kısmı hükümdara övgü mahiyetindedir.

Hukuk aleminin gölgesi altında söylenen sözler…

İçinde milletimizin binlerce savaş destanını yazan tarihin üzerine elimizi basarak barışa andiçiyoruz.

İSTİKLÂL MARŞININ BESTEKÂRI ZEKİ ÜNGÖR’Ü EVİNDE ZİYARET

“İstiklâl Marşı” nın kimin eseri olduğu hakkındaki suale “şair Mehmet Akif merhumundur” cevabı verilir de; o güfteyi melodisi ile heyecan ve hürmet telkin eden ölmez bir eser ve “Millî Marşımız” haline getiren bestekâr Zeki Üngör’ün isminden hiç bahsedilmez! Bu haksızlık, şarkılardan bir çoğunda da tamamile...