İstiklal Marşı Hakkında

Nadir Nadi Bey'in İstiklal Marşı'mız hakkındaki yazısı acı hakikati bir daha tekrarladı. İstiklal Marşı'mız hakikaten, temposunu beceremediğimiz bir bestedir, öyle bir beste ki, şiirin üstünde iğreti gibi duruyor.

Marşın şiiri millîdir. Büyük Millet Meclisi'nde tekrar-tekrar okunmuş, ayakta dinlenerek alkışlanmış ve kabul olunmuştur. Buna yalnız, aruz ile yazıldığından dolayı Besim Atalay muhalefet etmiş ise de diğer aza tarafından birlikte kabul olunmuştur. Bundan dolayı İstiklal Marşı'nın sözleri millîdir.

Az-çok musiki ile uğraşan bir insan olarak söyleyeyim ki, şiirin misraları uzundur, böyle uzun misralı şiirleri bestelemek kolay olmadığı gibi yapılan bestelerinin de ruhları heyecana vermesi güçtür. Ancak bu şiirin yazıldığı zamanın özelliği düşünülürse o zamanı bu şiir kadar muvaffakiyetle ifade eden bir manzume bulmak mümkün değildir. Şiir zamanın ifadesidir; o devrin heyecanlarını tesbit etmiştir. Nihayet Büyük Millet Meclisi'nin misilsiz bir hararetle alkışlayıp benimsediği bir eserdir.

Behçet Kemal Çağlar yeni bir Cumhuriyet marşına ihtiyaç görse de bu şiire dokunmak doğru olmaz ve o zamanı ancak o ifade edebilmiştir. Onu bir tarih olarak muhafaza etmek inkılapçılık borcudur.

Marşın bestesine gelince, işin burası bir çokları gibi, benim tarafından da muhtelif gazete ve mecmualarda, CHP gurubu toplanmalarında, ve Meclis'te defalarca münakaşa olunmuştur. Beste, şiir gibi BMM tarafından dinlenerek kabul edilmiş ve kararlaştırılmış değildir. Onun için İstiklal Marşı'nın yalnız şiiri millîdir, beste bu mazhariyete erişmemiştir. Bestenin kabulü ayrı bir meseledir ve onu hikâye edebilirim:

Meclis, bildiğimiz şiiri millî marşın güftesi olarak kabul ettikten sonra beste için bir müsabaka açılmış, buna 22 kişi iştirak etmiştir. Eserlerden birisini seçmek üzere meclis dışında kurulan bir komisyon bunlardan dördünü ayırarak Maarif Vekaleti’ne vermiştir. Seçilen 4 eserden birincisi Ali Rifat Bey'in, dördüncü Zeki Bey'in eseri idi, ve Ali Rifat Bey’in bestesi Maarif Vekâleti tarafından kabul edilmişti. Bu beste sekiz ay müddetle millî marşımız olarak terennüm ve teganni edilmistir. Söyleyebilir ki, bu beste tam bir muvaffakiyet arzetmese bile hiç olmazsa prozodi bakımından şimdikine göre çok ehven idi.

Sekiz ay sonra Ali Rifat Bey'in kardeşi olan Semih Rifat Bey, Maarif Vekaleti'nden ayrılmış, onun yerine Necati Bey geçmişti. Bu esnada Zeki Bey İstanbul'dan Ankara'ya gelerek yerleşmişti. Rivayete göre Zeki Bey kendi bestesinin milli marş olması için Latife Hanım'ın tavassutunu rica etmiş ve o da Necati nezdinde iltimas ederek bu suretle Ali Rifat Bey'in marşı menolunmuş ve sırada dördüncü olan Zeki Bey'in bestesi onun yerine geçmiştir. Bu rivayeti o zamanın mebusları hep böylece nakleder.

Zeki Bey'in, kendi zamanında iyi bir viyolonist olduğunu söylerler. Fakat bu muhterem zatın besteciliği hakkında biz, ancak menfi bir kanaat sahibiyiz. Evvelce Maarif Vekâleti tarafından mekteplerde okutulan bir musiki kitabında Papatyalar adlı şarkının notaları üstüne kendisinin bestekâr diye imza atması ve eskiden Sati Bey'in mektebinde musiki hocalığı ettiği esnada bunu talebesine kendi eseri olarak göstermesi hoş görülmez. Bu şarkı Almancadan terceme edilmiştir. Aslını Kreuzer Emden kruvazörü adlı Almanca filminde dinledik. Zeki Bey, ayni esere Türkçe şiir geçirdiği için bestekâr yerine başka bir unvan kullanabilirdi.

Ben bunu 7-5-940'da CHP Meclis Grubu'nda Maarif Vekili'ne sordum, ve izahat istedim. Sonra da İstiklal Marşı'na geçerek bunun ilk kısmını teşkil eden on ölçüsünün Carmen Silva adında bir sokak şarkısından transpozisyon suretile alındığı rivayetini naklettikten sonra sordum:

– Bu marş, İstiklal Marşı olarak ortaya çıkarılmazdan evvel Vahidettin'e marş olarak takdim edilmiş midir, değil midir? Bu marşın orkestrasyonunu yapan Ermeni milletinden Manas Efendi değil midir?

Zabıttan aynile çıkardığım bu cümleye Maarif Vekili Hasan Ali Yücel şu cevabı verdi:

"... Demek isteniyor ki bizim bestekârlarımız, kompozitörlerimiz yoktur, başka milletlerin bestelemiş oldukları şarkıyı alıp sözlerini değiştiriyor, ve o nağmeleri alıp kendi çocuklarımıza veriyoruz. Üstelik de bunları nereden aldığımızı söylemiyoruz. Arkadaşımızın bunda hakkı vardır. Çünkü hakikatten bir kısım şarkılarda ve marşlarda böyle iktibaslar, intihaller yapılmış ve bunu yapanlar da kemali cesaretle kendi adlarını altına koymuşlardır... Adaptasyon mutlaka fena şey değil. Fakat yalancılık, terceme ettiği bir eser üzerine "benimdir" diye imza koymak ayıp şeydir..."

Ve sonra İstiklal Marşı'na geçerek devam etti:

“Mütehassısların bendenize söylediklerine göre bu, bize Carmen Operası'ndan bir kısım değil de Carmen Silva diye bir vals varmış, revaçta imiş, onun bilmem kaç batutası benziyormuş. Zeki Bey bunun orkestrasyonunu Ermeni bir zata yaptırmıştır...”

Çok bahsedilen bu meselede, yine Nâdir Nadi Bey'in yazdığına göre, Zeki Bey bunu İzmir'e koşan atlılarımızı düşünerek kaleme almış. Zeki Bey bu sözlerile marşın daha önceden yapılıp Vahidettin'e sunulduğu ve onun tarafından beğebilmediği rivayetini silmek istiyor zannederim. Bu hususta daha kuvvetli izahat beklemekle beraber görüşlerimizi ve düşüncelerimizi söyleyebiliriz:

1- Zeki Bey'in yaptığı orkestrasyon ve armoni kısmı sonradan hayli düzeltilmiştir. Fakat biz bunun eski ve yeni şekillerinde atlıların İzmir'e hücumunu ima edecek bir hareket görmüyoruz. Gerçi artist hayaline dokunmak doğru değildir, amma, esere millî adı verilince kılı kırk yarmak icabeder.

2- Zeki Bey eserini kısmen transpozisyon ile Carmen Silva adında bir sokak sarkısından kopya ettiği hakkındaki rivayeti şimdiye kadar tekzip etmiş değildir. Bu rivayet Maarif Vekili Hasan Ali Yücel tarafından dahi “Mütehassisların bendenize söylediklerine göre" diye başlıyarak devam ettiği sözlerle teyit edilmiştir.

3- Zeki Bey'in bestesinde herkesin gördüğü prozodi tecvit hataları vardır. Şiirin ölçüsünü, yani aruzunu hiç dikkate almıyan bu beste şunu anlatıyor ki, Zeki Bey, güfteyi mânâsına ve ölçüsüne riayet ederek bestelememiş, aksine olarak Carmen Silva şarkısından faydalanarak yaptığı bestesini Akif'in şiiri ile güftelemiştir. Onun için prozodi hataları sayısız derecede çoktur, o beste Akif'in şiirini ifade etmez. Nâdir Nadi Bey'in söylediği gibi biz bunun “temposunu beceremiyoruz”. Bizim becerememiz kabiliyetsizliğimizden değil, bestenin güfteye uymamasındandır.

Bahsin burasında Cumhuriyet Onuncu Yıl Marşı'nı da kısaca ele almak münasip olacaktır. Zeki Bey'in İstiklal Marşı Carmen Silva sokak şarkısından alındığı gibi Cemal Reşit Rey'in bu marşı da üçüncü veya beşinci derecede bir kompozitör olan Jean Jacques Rousseau'nun Le Devin du Village adlı operasından ve bu operanın "Bütün saadetimi kaybettim - hizmetçimi kaybettim" mânâsına gelen J'ai perdu tout mon bonheur, J'ai perdu mon serviteur mısralarının bestesinden alınmıştır. Onun için bu eserde de pek çok prozodi ve sair teknik hataları vardır. O da dilimizin ve şiirimizin bünyesine ve tekniğini anlamış değildir.

Ve işte esası Garp'ten alınmış olan bir bestenin aruz veya hece ölçülerile yazılmış olan şiirimize giydirilmesi böyle hatalar doğurur.

Verdiğim haberler acıdır. Böyle olmakla beraber yapılacak iş de yepyeni bir istiklal Marşı yazıp bestelemek değildir. Onuncu Yıl Marşı'nı tamamile unutmalıyız. Buna "bizimdir” demekle ancak gülünç oluruz. Fakat ilk zamanlarda Ali Rifat Bey’in eseri yayılarak sekiz ay müddetle resmî marş olmak üzere tanınmış olsa da, şimdiki marş kısmen Carmen Silva sokak şarkısından alınmış olsa da bu son marş kolay kolay atılamaz.

Herkes bilir ki, Fransızların Marseillaise'i musiki bakımından bir şaheser değildir. O, ihtilâlden doğduğu için kıymetlidir. Onun “Haydi vatan çocukları!" diye haykırışı, Fransa'nın o zamanki heyecanını ifade eder. Fransızlar ihtilâl günlerinde bu marş ile coşmuşlardır. Ancak sükunet teessüs ettikten sonradır ki onlar milli marşlarındaki basitliği ve hataları görmüşler, ve aslına hürmet etmeyi unutmıyarak bunu değiştirmeye teşebbüs etmişlerdir. Marseillaise bugüne kadar üç defa islah olunmuştur. Bugünkü Marseillaise sözlerini muhafaza etmekle beraber, geçmiş zamanın bestesinden pek az şey taşır.

Bizde de İstiklal Marşı'nın armoni kısmı ilk zamanlarda olduğu gibi değildir. Hayli düzelmiştir. Bununla beraber prozodi bakımından bunu düzeltmek mümkün olmazsa başka beste yapılmalıdır. Söylediğim gibi, İstiklal Marşı'nın bestesi milli olmadığı için millî olan şiirini muhafaza etmek ve bestesini heyecan verici nağmelerle islah etmek en doğru hareket olur.

Bunun icin şairlerle musikicilerin bir araya gelerek düşünmeleri gerektir.

Dr. Osman Şevki Uludağ, Musiki Mecmuası, sayı 74, Nisan 1954

Bu mısra okunurken, oturanlar ayağa kalkarlar...

İstiklâl Marşımızın güftesinde şu mısra vardır...

İSTİKLÂL MARŞININ VEZNİ

Arkadaşımız Abidin Daver’in bayrak hakkında bir yazısı daha intişar etti.

İstiklâl Marşına Dair

Pek az müddet evvel İstiklâl marşımızın bir notasını Alman istemiş, bütün İzmiri üç gün alt üst etmiş uğramadığı musiki mağazası ve kütüphane kalmamış, buna rağmen İstiklâl marşımızın bir notasını bulmağa muvaffak olamamış.a

Güzel Edirnemiz

Bugün Edirnenin kurtuluş bayramıdır. Taşı, toprağı, insanları, abideleri, maddi ve manevi bütün varlığile...

MİLLİ MARŞ MESELESİNE DAİR

Dünyada başka hiçbir vasıta tasavvur edilemez ki musiki gibi bir an içinde kulaklardan kalplere inerek ruhlarda bir his ve heyecan dalgası, hatta bir ihtiras fırtınası uyandıracak kudrette bulunsun.

Ümmetçi Bir Şair

Kendini milliyetçi sanan sağ, Mehmet Akif'i de milliyetçi bir şair olarak ölümünün ellinci yılında anmak telaşındadır.

“Üstâdımız, takdîm ettiği İstiklâl Marşı’nı Fârisîye tercüme ederek îzâh ettiler”

Afgan devlet-i İslâmiyyesi sefîrinin Anadolu’ya gelmesi İslâm târîhinin en mes’ûd hâdiselerinden birini teşkîl eder. Garb müstevlîlerinin İslâm âlemine karşı mütemâdî savlet ve tahakkümleri yüzünden perîşân olan, dinlerinin vahdet ve izzet emreden düstûrlarına arka çevirdikleri için yekdiğerinden cüdâ düşen Müslüman milletleri arasında bugün vahdete doğru bir hareket başlamış olduğu görülüyor.