(…)
İnsanı prize takılmış bir makinenin kolu gibi mütemadiyen işler, mütemadiyen hareket eder çelikten yapılma bir âlet gibi kabul etmek ve onu bu şekilde yetiştirip, bu tarzda terbiye etmek, hiç şüphe yok ki, makineden sadece his ve duygusu ile ayrılan insanı, saadetten çok azaba, ıztıraba sevkediyor!...
Siz istediğiniz kadar, oturduğunuz apartmanın odasını, güneşten topladığınız hararetle ısıtın, istediğiniz kadar, her garsonun altına bir otomobil verin, ve istediğiniz kadar, omuzları birbirine değmeden dans eden 14000 kişiyi içine alacak salon ve salonun duvarlarına da, televizyonlarla dünyayı getirip bırakın!... Yine beş para etmez, yine fayda vermez! Bütün bu külfeti ihtiyar edeceğinize, bütün bu akıl ermez şeyleri hazırlayıp önümüze koyacağınıza, şu genel sevdiği kızla alıp yaprakları bahar mehtapları ile aydınlatılmış bir güçücük ağaçcağızın altına götürerek, gökteki yıldızları seyre dalmak imkânını veriiniz, onları daha çok mes'ut edeceğinizden ve daha çok kendinize bağlıyacağınızdan emin olabilirsiniz!...
İnsan, daima insan olarak kalmağa mahkûmdur. Tanrının ruh ve his vererek yarattığı bir mahlûk asla bir makine haline gelemez!...
Beğenmedim ben velhasıl şu Nevyorku vesselâm!...
Maamafih içinizde eğer, illâ bu dünyanın sekizinci harikasını gidip görmek, sokaklarında ve apartmanlarında bir müddet yaşamak, "Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın" neler yapmağa kadir olabileceğini öğrenmek istiyenler varsa, katiyen arzularına mâni olmak aklımdan geçmez. Gidip görsünler!... Çünkü öğrenme ile görmenin, okuma ile gezmenin arasında ne büyük uçurumların mevcut olduğunu, ben şimdi herkesten daha iyi biliyorum!...
(…)
Esat Mahmut Karakurt, Yeni Sabah, 2 Ağustos 1950, s. 4
Londra Konferansı'nda millicilerin prestijini, kredisini kırmak için, millicilere Sevr Antlaşınası'nı asgari değişikliklerle kabul ettirmek için Yunanlılar Büyük Millet Meclisi'nin muntazam ordularına İnönü'nde bir taarruzda daha bulundular.
Dostlarım dinlemekle yetinmedim, o günlerde Ankara’nın savaş ve siyaset hayatının içine bir de sanat fırtınası düşmüştü. Meclisi, ordusu sağlam kurulan yeni devletimizin
Çünkü en büyük hâdisenin yazdırdığı marştır, iman ve azim ordularının bütün dünyaya, bütün kâinata bu iman ve bu azmin, ebedi yankılar bırakan okuyuşudur:
Âkif beyin güftesi fena mıdır? Bu güftenin uzunluğunun mahzuru var mıdır? Suallerine ben “her şeyden evvel beste lazımdır. İnsana asıl tesir eden kelimeler değil bestedir. Zirâ mûsikîyi insan her damarında, her sinirinde ayrı ayrı hisseder. Güfteden mütehassıs olan yalnız dimağdır” diyeceğim. Yoksa Âkif beyin güftesi pek kuvvetlidir.
Akif’in ilk kitabı 1327/1911 yılında basılmıştır: Yani İstiklâl Marşı’nı yazmazdan 10 yıl önce.
İstiklal Maârşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy, 24 Nisan 1920 tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya gelir. Tâceddîn Dergâhı şeyhi Şeyh Tâceddin Mustafa Efendi, Mehmet Akif ve arkadaşlarının ikameti için
İçinde milletimizin binlerce savaş destanını yazan tarihin üzerine elimizi basarak barışa andiçiyoruz.
Kastamonu lisesinde emniyet müdürlüğünün ehemmiyetle üzerinde durduğu ve Millî Eğitim müfettişi Bay İsmail Hakkı’nın da tahkikile meşgul olduğu bir hâdise cereyan etmiştir. Bütün lise talebesinin nefretle karşıladığı hâdise şudur: