Yine Akif
Birkaç hafta oluyor, Mehmet Akif hakkında düşündüklerimi bu sütunda söylemiştim. O yazım bazı kimseleri kızdırmış; bunu gayet tabii buldum Safahat nâzımını, insan olarak da, şair olarak da seven çok kimseler olduğunu bilirdim. Mehmet Akif, gerek sanatı,gerek ideologisi ile, maziyi demiyeceğim, eskiyi, "yerleşmiş"i temsil eder. O, maziyi, ananeyi müdafaa etmekten ziyade -her ne istikamette olursa olsun- değişikliğe, harekete husumet gösterir. Kafası, ruhu "geri" değildir, çünkü geriye gitmek de bir kımıldanmadır, o, "durgun"dur.
Mehmet Akif fesi, hürriyet fikrini, meşrutiyeti kabul etmişti; çünkü doğduğu zaman fesi bulmuş, sonradan da Namık Kemal'i okumuştu, Sultan Mahmud zamanında gelse fese isyan eder, Namık Kemal'den evvel gelse hürriyet fikrinin, meşrutiyetle idarenin düşmanı olurdu. Dünyanın, doğdukları zaman ne halde ise, öyle kalmasını isteyen adamlar vardır. Vardır da söz mü? Ekseriyeti bunlar teşkil eder. Onların, kendilerinden olan Mehmet Akif'i sevmeleri, onu beğenmiyenlere kızmaları kadar tabii bir şey olamaz.
Fakat o yazıma kızanlar arasında gençler de varmış, buna hayret ettim. (Etmedim ya! Ne ise! Öyle demek daha işime geliyor.) Bu gençlerin bazıları ile konuştum; bana: "Mehmet Akif'e hiç olmazsa milli marşımızın, İstiklal Marşı'nın şairi olduğu için hürmet etmeliydiniz" dediler.
İstiklal Marşı... O da bir mesele! O güfteyi bir şiir diye okumak hayli zor işlerdendir. Fakat bunun büyük bir ehemmiyeti yoktur, bir milli marşın güzel bir şiir olması zaruri değildir. Ona yıllar, asırlar güzellik verir; mesela Marseillaise'in güftesi de pek parlak bir şey değildir ama ihtilal günlerinde söylenilmiş olmak, bu "tarihilik" ona bir heybet veriyor... Öyle ama, aradan kaç yıl geçerse geçsin, "Çatma kurban olayım çehreni ey şanlı hilal" mısraının bir hamasilik iktisab edebilmesi kolay kolay tasavvur edilebilecek şeylerden değildir. Şiir tarafından vazgeçelim, Akif'in manzumesi bugün bizim milli marşımız olabilir mi?... İstiklal, bizim için aşılmış bir idealdir. İstila zamanında, kapitülasyonlar devrinde istiklal bir idealdir, fakat istiklaline ermiş bir cemiyet: "Ben istiklal ederim" diyemez ya!... -Fakat İstiklal Marşı, bizim istiladan, kapitülasyonlardan kurtulmak için çarpıştığımız, kanımızı döktüğümüz günlerde yazılmıştır, o günleri hatırlattığı için… -Doğru; fakat...
Fakat İstiklal Marşı'nda bizim bugünkü ideallerimize uyacak, onlara hiç olmazsa bir telmih sayılacak hiçbir şey yoktur. "La kavmiyete fi'l-İslam" düşüncesile yazıldığı için Türk'ten, Türkiye'den bahsedemez. İçinde ezan vardır, minare vardır, imamı, müezzini, kayyumu ile bütün cemaat vardır, millet yoktur. Doğrusu bir marş değil, bir ilahi, bir "tazarru"dur.
O güfte bugünkü Türkiye'yi temsil edemez. Hani Cumhuriyet'in ilk günlerinde "Osmanlı postalan” pullarını kullanıyorduk: bittabi zaruri idi ve gördüğümüz zaman: "Muvakkattir" diyorduk. İstiklâl Marşı da bize öyle "muvakkat” gözüküyor. Fakat günler, yıllar geçiyor, o pulun üzerine bir "surcharge" bile vurulmuyor. Bize şimdi, ideallerimize uygun, hiç olmazsa onlarla tezad teşkil etmiyecek bir marş lazım. Niçin yazılamamış? Bugünkü şairlerimiz Mehmet Akif kadar da mı yazamazlar?
İstiklal Marşı, bestesi ile de bir milli marş değildir. Musikiden anlamadığımı kaç defa söyledim; bestenin sanat kıymeti hakkında bir hüküm veremem. Fakat musikişinaslarla da konuştum, o beste, "zor" bir beste imiş; şöyle orta hallice söylenebilmesi için bile insanın hayli musiki terbiyesi görmüş olması lazımmış. Halbuki bir milli marşın, dilsizlerden başka, bütün vatandaşlar tarafından, benim gibi musikiye istidadı olmayanlar tarafından da söylenebilmesi lazımdır. Milli marş için kolaylık sadece bir meziyet değil, bir şarttır. Onuncu yıl marşı'nın, iyi kötü söyliyebiliyorum; hele kalabalık içinde pek ala oluyor.
İstiklal Marşı'nın, çok uğraştım, “Korkma"sını bir türlü söyliyemiyorum. Bu hususta yalnız değilim: vatandaşların bir çoğu bu hususta benim gibidir. Bir bestenin zor olması, güzelliğine delil değildir, Deutschlandueber Allesin bestesi hem çok güzel, hem de çok kolaymış, onu Almanların, musiki istidadı olmayanları da söyliyebilirmiş.
İstiklal Marşı elbette kaldırılamaz, tarihimizin, inkılâb tarihimizin bir anın gösterir. Öyle ama milli marşlardan biri olarak kalır, başlıca milli marşımız o değil, bir İstiklal Marşı olur.
Mehmed Akif'i karlı bir kış günü, 26 Aralık 1936'da sessiz sadasız toprağa vermiştik. Bugün onu, ölümünün 16'ncı yıldönümünde her zamanki gibi hürmetle anıyoruz.
Bütün milli maçlarda olduğu gibi, hafta ortasındaki Romanya maçında da, eğer saha kenarında ya da ekran önünde idiyseniz...
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.
İnsanı prize takılmış bir makinenin kolu gibi mütemadiyen işler, mütemadiyen hareket eder çelikten yapılma bir âlet gibi kabul etmek...
Hele Safahat’ı –şiirden anlamadığımı göstermek için söylemiyorum– bugün baştan sona okumaya kalkışsam afakanlar boğar sanırım.
1913 de memuriyetten istifa ettikten sonra Âkif’in mücahedesini hızlandıran gezi olanakları ve 1914 dünya savaşı onun için verimli kaynaklar oldu.
Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.