9 İkinciteşrin 43
Kardeşim Kemal Tahir,
Memleketini ve memleketinin çalışan insanlarını sevmeyen insan, dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevemez ve dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevmeyen insan kendi memleketini ve kendi memleketinin çalışan insanlarını sevemez. Sevmeyen insan da edebiyat, resim, mimarlık filan yapamaz. Bizim yüksek mi, derin mi, bilmem fakat halis edebiyat yapabilmemiz bu sevgiyi yüreğimizin başında duyabilmemizdendir. Bunu ne diye yazdım ben de pek bilmiyorum, fakat mektubuna, çok güzel mektuplarından birine cevap verirken söz böyle başlamak geldi içimden. Mühim ve edilmemiş bir laf etmedim, ama doğru bir laf ettim ve doğru laf orijinal laftan daha değerlidir.
Ah, Kemal'ciğim, senin bu daima harekete, fiile geçmeye hazır ümidine ve nikbinliğine bazen bayılırım. Son mektubunda hemen sanki yarın -burdaki yarın en kısa manasıyladır, yani bugünden sonra gelen gün- çıkacakmışız gibi bir hazırlık telaşı vardı. Mektuplarını tasnif ederken dikkat ettim, bu hazırlık telaşını birkaç kere geçirmişsin. Hatta bak bir seferinde ne yazmışsın:
Sinop'takilerden çoktandır mektup alamıyordum, meğerse onlar da benden mektup alamadıkları içim meraktaymışlar. Bugün sıhhatini bildir diye bir telgraf geldi ve beni merak etmeleri pek hoşuma gitti.
Orda otuz liraya bulunan ipliğin numarası kaçtır? Bana bunu bildir de ona göre sipariş vereyim. Sonra sucuğun, pastırmanın, kayısı kurusunun, pestilin kilosu kaç para, bana bunları da bildir.
İşlerimizden numuneler yollayacağım. Esasen sana gönderecek olduğum yorgan çarşafı bir numune sayılır. Kaldı ki bunun en pratik tarafı orda harcıâlem geçen şey ne ise sen ondan bir numune yolla ve toptan ve kaç tane istediklerini ve ne fiyattan aldıklarını bildir, biz de uygun düşerse hemen yapıp gönderelim.
Muhakkak çıkacağız, Kemal'im, ama sahici manasıyla yarın, ama sembolik manasıyla yarın. Bizim halimiz "İstiklal Marşı"ndaki en güzel mısraa uygun düşmektedir: "Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın."
Seni kucaklar, kara gözlerinden öperim. Sorup sual edenlere ferade ferade selamlar.
15.11.43
İnsanı prize takılmış bir makinenin kolu gibi mütemadiyen işler, mütemadiyen hareket eder çelikten yapılma bir âlet gibi kabul etmek...
Dünkü söz mecramıza girelim: Tenkid; bir mevzuun ayıb ve kusurlarını sayıp dökmek değildir, demiştik.
İşte Akifin -sözün zıddını murad etmek yolu ile- bize, pek edibane olarak, anlattığı gibi tenkid; göze kestirdiğimiz bir hedefe karşı doludizgin hücum etmek ve hasmımızın faziletlerini, bir yıldırım şuaile eritip mahveylemek mânasına gelmez.
…Anadolu alevler içindeydi. Camilerde diri diri insanlar yakılıyordu.
“Bülbül” ve “İstiklal Marşı” bu ölüm kalım günlerinin, Safahat’a kattığı destan parçalarıdır. Ve o günün bir daha yaşanmaz macerasının kelam anıtları...
Türk ordusu, birinci İnönü muharebesini kazanmıştı. Bu muharebeyi kazanan Türk ordusu...
Mehmed Âkif, hayâtı, şahsiyeti, îmânı ve eserleriyle, bizim sanat ve cemiyet hayâtımızda hadise uyandıran büyüklerimizdendir.
Arife günü hayata gözlerini kapayan anam için, bir mersiye yazarak kendi kederimi ve yasımı sizlere de aşılamağa kalkışacak değilim. Abidin Daverin annesinden değil, bir Türk anasından bahsedeceğim.
Onun adı tarihte olduğu gibi yüreklerde de yaşıyacaktır. Çünkü yazdığı marşla adı Türk istiklâline bağlı, yani ebedî kaldı.