Şanlıurfa şehri Türkiye’nin bir parçası değildir; Türkiye Şanlıurfa’nın büyütülmüş bir hâlidir. Eğer dünyada Türkiye diye bir yer varsa bu, Urfa’nın 780.000 kilometrekareye çıkarılmış/büyütülmüş olmasındandır. Eğer Urfa 780.000 kilometrekareye çıkarılmamış/büyütülmemiş olsaydı Türkiye diye bir ülke olmayacaktı.
İsmet Özel, 14 Kasım 2009, Şanlıurfa
Türk cesareti, İngiliz cüreti 1918 senesi Kânunuevvel (Aralık) ayı ortalarında bir gece Fırat nehrinin doğusunda Suruç(Urfa’nın ilçesi) civarında bir otomobilin emniyet hattımızı geçerek Viranşehir(Urfa’nın bir diğer ilçesi) istikametinde süratle ilerlediği haberi 6.Ordu karargâhına ulaşır. 6.Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa, otomobildeki kişinin altı vilayetin (vilayat-ı sitte) –bu şehirler Diyarbekir, Van, Bitlis, Erzurum, Elaziz ve Sivas’tır– işgali için bahane arayan İngilizlerin bir tahrikçisi olabileceğini tahminde zorlanmaz. Çünkü ona göre gece karanlığında bu cüreti İngilizlerin adamlarından başka kimse gösteremezdi. Kumandan geri taraflara gerekli emirleri vererek otomobili yakalatır. Otomobilin içinde Kiling adında bir İngiliz zabiti bulunmaktadır. Ermeni kadın ve çocukları aradığını söyler. Derhal tevkif edilir ve Halep’teki İngiliz birliğinin komutanına telgrafla haber verilerek böyle bir zabitin kendileri tarafından gönderilip gönderilmediği sorulur. Şayet resmi bir vazife ile gönderilmiş ise böyle geceleyin zorla emniyet hattımızı yarıp geçmeye teşebbüs ettiğinden tarafımızdan ateş edilip telef olsa idi, bu hareketin mesuliyetinin İngilizlere ait olacağı ve böyle hareketlere meydan verilmemesi bildirilir.
Gelen cevapta Kiling’in İngiliz ordusu istihbarat şubesine mensup olduğu ve serbest bırakılarak iadesi lüzumu yazılıdır. Kiling’in bir daha böyle hareket etmemesi tenbih edilerek Halep’e iadesi uygun görülür.
İngiliz cüretkârlığının, Türk celadet ve cesaretini sınamasına bir örnek olan bu hadise İstiklâl Harbi’nin bir parçasını teşkil eden Urfa istiklâl mücahedesi bahsinde dikkate değer bir olaydır. İngilizlerin gözü karalığını değil küstahlığını göstermesi bakımından ilginçtir. Burada bahsi geçen 6. Ordu başlangıçta Musul’da yerleşik iken daha sonra zaruri olarak Nusaybin’e çekilecek, Mondros Mütarekesi’ne dayanılarak ordumuzun önemli kısmının terhis edilmesi neticesinde küçültülerek 13. Kolordu’ya dönüştürülecektir. Söz konusu 6. Ordu’nun Kumandanı Ali İhsan Paşa işgalin yaklaştığını görerek çevre vilayet ve diğer meskûn mahallerin idarecilerine müdafaayı hukuk teşkilatı ile kuvayı milliye teşkil etmeleri hususunda tavsiyede bulunur. Bu tavsiyeyi ilk yerine getiren Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey olur. Nusret Bey Müdafaayı Hukuk teşkilatı ve buna bağlı bir milis oluşturur, 6. Ordu’dan silah ve cephane ister ve bu talebi kabul edilir. 1919 senesi Kânunusani (Ocak) ayında Ali İhsan Paşa Urfa’ya gelerek bu milisleri teftiş eder.
Mutasarrıf Nusret Bey, 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa ve maiyeti ile birlikte
İlk Urfa Müdafaayı Hukuk mensuplarıyla Ali İhsan Paşa bir arada
Türk Milletinin “seferberlik” dediği 1. Dünya Savaşı sonunda, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi Türklerin siyasi bir organizasyon ve askeri bir güçten mahrum bırakıldığının ifadesinden başka bir şey değildir. Mütareke’nin aşağıda yer verdiğimiz maddeleri bunu anlatır.
Madde 5 – Hudutların muhafazası ve asayiş-i dahilinin idamesi için lüzum görülecek kuvayi askeriyeden maadasının derhal terhisi (işbu kuvayi askeriyenin miktar ve vaziyetleri İtilaf hükümeti tarafından Devlet-i Aliye ile müzakere edildikten sonra takarrür ettirilecektir.)
Madde 7 – Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi sevkulceyş noktasını işgal hakkını haiz olacaklardır.
Madde 20 – 5. Madde mucibince terhis edilecek Kuvayi Osmaniyeye ait teçhizat, esliha, cephane ve vesait-i nakliyenin tarz-ı istimaline dair ita edilecek talimata riayet olunacaktır.
Madde 24 –vilayat-ı sitte iğtişaş zuhurunda mezkur vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri muhafaza ederler.
Mütareke ile birlikte 5. maddede sözü edilen Devlet-i Aliye artık ortada yoktur aslında. İngilizler ve Fransızlar, Türk topraklarının tamamında her türlü siyasi ve idari tasarrufta bulunabilmekte; istedikleri her şeyi İstanbul’daki hükümete dikte etmekte ve yaptırmaktadırlar. Konumuzla yakından ilgili olması bakımından istedikleri idareciyi, komutanı görevden el çektirme ve tutuklamalarına örnek olarak şu üç hadiseyi gösterebiliriz: İlk hadise Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in görevden alınması, tutuklanması ardından Ermeni tehciri bahane edilerek idamı; ikincisi 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa’nın (kendisinin hiç ihtimal vermediği Harbiye Nazırı yapılacağı söylentisi de çıkarılarak) kendisine tahsis edilen bir trenle İstanbul’a götürülmesi(bunun sebebi 6.Ordunun terhisini geciktirmeye çalışması), Haydarpaşa’da trenden iner inmez tutuklanıp Malta’ya sürgüne gönderilmesi; üçüncüsü ise Urfa Jandarma Kumandanı Ali Rıza Bey’in görevden alınarak tutuklanması. (Urfalılar tutulduğu hapishaneden kaçırarak şehir dışına çıkmasını sağlayacaklardır.) Bu hadiselerin ilk ikisi İngilizlerin, sonuncusu Fransızların isteği ve eli ile olmuştur.
Urfa’nın önce İngilizler ardından Fransızlarca işgali ortada herhangi bir asayişsizlik bulunmamasına rağmen 24. maddede sözü edilen asayişsizliğe dayandırılacaktır. İngilizler, Mütarekename’nin 24. maddesine dayanarak doğudaki altı vilayetimizi (vilayat-ı sitte) işgal etmek için bahaneler arayacaklardır –ki İngilizler buralar için “Ermeni vilayetleri” (24. Maddenin İngilizlerin teklif ettiği şeklinde Ermeni vilayatı sittesi ibaresi vardır)demektedirler–. Buraların işgali ise ancak Urfa yoluyla olabilecektir. O yüzden Urfa’nın ister İngilizlerce ister Fransızlarca işgali olsun her ikisi de daha kapsamlı bir işgalin parçasıdır aslında. Bu durumu henüz Urfa işgal edilmeden evvel İngilizlerin 1. Dünya Savaşı’nda Mısır Seferi Kuvvetleri Başkomutanı olan Mareşal Allenby’nin Diyarbakır’a kadar gitmesi, ardından Urfa Mutasarrıflığına bir mütareke zeyli (İstanbul’daki hükümetin onayıyla) tebliğ etmesinde –bu mütareke zeyli Ali İhsan Paşa’nın görevden alınıp 6. Ordu’nun dağıtılmasını da içermektedir– ardından Urfa İngilizlerin işgali altında iken İngiliz Binbaşı Noel’in önce Siverek’e ardından Viranşehir’e giderek ahalinin nabzını yoklaması ve aşiret liderlerini elde etmek için altın teklif etmek dâhil her türlü yolu denemesinde görebiliriz. Bir diğer İngiliz subayı Yüzbaşı Woolley aynı amaçla Viranşehir’e kadar gitmiştir. Bunlar ahaliden yüz bulamayıp bilakis tepki gördüklerinden daha ileriye gidememişlerdir. Fransız işgali döneminde ise Fransız Albay Normand Urfa’dan geçerek Siverek, Diyarbakır ve Mardin’e kadar gitmiş, altın ve benzeri vaatlerle ahalinin ileri gelenlerini kendi taraflarına çekmeye çalışmıştır.
Urfa önce İngilizlerce işgal edilir. Başında bir yarbayın bulunduğu İngiliz kuvvetleri, 24 Mart 1919 günü Urfa’yı işgal eder. İngiliz yarbayı, hükümet binasının çevresini askerleri ile sardırmış, makamına girdiği Mutasarrıf Nusret Bey’e çıkışarak “Galip bir hükümetin askeri neden karşılanmıyor?” diye sormuştur. Bunun üzerine Nusret Bey “Memleketi işgale gelmiş düşmanı istikbal etmek bir Türk mutasarrıfına yakışmaz. Misafir olarak gelmiş olsaydınız sizi Birecik’te karşılardım.” cevabını vermiştir.
İngilizler kendilerine taraftar bulmak için aşiretlerin ileri gelenleri ile temasa geçerler. Halk arasında ikilik çıkarmak için Kürtlük propagandası yaparlar. Dağılmış olan Ermeni çocuklarını Hükümet eliyle toplattırmakla birlikte Ermeni çocukları Halep’ten getirerek memleketin ekseriyeti üzerinde tesir etmeye uğraşırlar.
Onikiler Urfa’da muhtemel bir işgale karşı bir müdafaayı hukuk teşkili için ilk adımın işgalin olacağını ön gören Mutasarrıf Nusret Bey tarafından atılmış olduğundan ve bir milis oluşturulduğundan söz etmiştik, ancak Nusret Bey’in Urfa’dan İngilizler eliyle uzaklaştırılması ile müdafaayı hukuk teşkili teşebbüsü akim kalmış, milis ise dağılmıştır. İngilizlerin Urfa’yı işgali üzerine Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa, önce Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ve buna bağlı olarak Kuvayı Milliye teşkili için harekete geçmiştir.
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin teşkili 1919 senesi Eylül ayı içinde eşraftan ve askeri erkândan on iki kişinin katıldığı toplantı ile gerçekleşir, bunlara Urfa’da Onikiler denmiştir. Bugün Şanlıurfa’da bunun hatırası olarak Onikiler Mahallesi vardır. Onikiler şu kimselerden oluşmaktaydı:
1.Eski İdare Meclisi azasından ve sonra Belediye Reisi Hacıkamilzade Hacı Mustafa,
2.Barutçuzade Hacı İmam,
3.Polis komiserliğinden ayrılmış Arabizade Şakir,
4.Eşraftan Mollazade Hacı Mahmut Efendi,
5.Eşraftan Hacıkamilzade Reşit Efendi mahdumu Hacı Mustafa Efendi,
6.Güllüzade Osman,
7.Esnaftan Şellizade Ali Ağa,
8.Tüccardan Nebozade Hacı İmam,
9.Eşraftan Hacı Bedirağazade Halil Ağa,
10.Jandarma Tabur Mülhakı Mülazım Adil Hulusi,
11.Mülazımıevvel Hüseyin Pertev
12.Jandarma Çavuşu Sofizade Hacı Mustafa Çavuş.
Onikiler
Onikiler’in gizli bir surette teşkiline eski İdare Meclisi azasından Belediye Reisi Hacıkamilzade Hacı Mustafa öncülük etmiştir. Hacıkamilzade Hacı Mustafa daha sonra Kuvayı Milliye’nin teşkili maksadıyla attıkları bu ilk adımdan Jandarma Kumandanı Ali Rıza Bey’i haberdar ederek işin içine dahil etmek için “Kuvayı Milliye cemiyetini kurduklarını, çete hazırladıklarını, elindeki silahları kendisine teslim etmesini” söyler. Ali Rıza Bey yerde gömülü halde saklı bulunan silahları teslim eder, “Yalnız ben de cemiyetinizi görmek isterim.” der. Hacıkamilzade Hacı Mustafa, cemiyeti Güllü Osman’ın evinde 4 Eylül 1919 tarihinde toplamaya karar verir. Toplantı İngilizlerin haber almalarını önlemek için Hacıkamilzade Hacı Mustafa, Jandarma Kumandanı Ali Rıza Bey’e sivil ve muhafızsız gelmesini söyler. Ali Rıza Bey’in gelişi ile Güllü Osman’ın evinde herkes ayağa kalkar, Kur’an-ı Kerim raftan indirilip Ali Rıza Bey’e yemin ettirilir. Bu toplantıda Urfa’nın ileri gelen şahıslarına haber verilmesi ve böylece onların yardımlarını temin etmek için bir toplantı düzenlenmesi kararlaştırılır. Haber verme işini üstlenen Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa, Urfa’nın ileri gelen ailelerinden İshakoğullarından Hacı Esat’ı, Hacıhüseyinağalardan Halil Ağa’yı ve Hacıkamilzadelerden Hacı Yusuf Kamil’i, Müftü Hasan Efendi’yi, Eski Müftü Şeyh Müslüm Efendi’yi evine çağırır. Kuvayı Milliye üyelerini de ayrı bir odada bulundurur. Memleketi düşman işgalinden kurtarmak için Kuvayı Milliye oluşturduklarını, kendilerini çağırmalarından maksadın gereken her türlü yardımı sağlamaları olduğunu Belediye Reisi Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa münasip bir dille anlatır. Bir süre aralarında müzakere ettikten sonra ellerinden gelen yardımı yapacaklarını, gereken protestoları imza edeceklerini Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa’ya söylerler. Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa bir uyarıda bulunur: “Buraya geldiğinizi kimseye söylemeyeceğinize karılarınızın üzerine yemin edeceksiniz, aksi halde odadan sağlam çıkamayacaksınız.” Bunun üzerine birer birer ayağa kalkarak yeminlerini ederler. Belediye Reisi Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa cemiyet adına teşekkür ederek “Bizden çalışmak, sizden dua, muvaffakiyet ise Allah’tandır.” der ve misafirler dağılarak evlerine giderler.
Urfa’yı işgal ettikten bir gün sonra İngilizler, 1. Süvari Alayı Komutanı Hüseyin Bey’den alayını derhal çekmesini isterler. Hüseyin Bey önce çekmemekte dirense de sonunda alayı ile birlikte Urfa merkeze 5 km uzaklıkta o zamanki Karaköprü köyüne çekilir. Ancak İngilizler bunu da yeterli görmez ve alay Siverek’e çekilmek durumunda kalır. Türk kuvvetlerinin çekilmesi İngilizlere, Urfa ve çevresinde rahat hareket imkânı sağlayacaktır.
İngilizler işgali takip eden günlerde; yörede müstakil bir Kürdistan teşkil edileceği yönündeki propagandalarına hız vermişler, birkaç küçük aşireti ayaklandırmak suretiyle karışıklıklar çıkarmışlar, şehir merkezinde gayrimüslimlerle münasebeti geliştirirken, çevrede aşiretleri elde etmenin yollarını aramışlardır.
Burada Urfa’daki gayrimüslim nüfusun önemli bir kısmını oluşturan Ermenilerden söz etmek gerekir. Yüzlerce yıl Türkün zimmetinde yaşamış Urfa’daki Ermeniler, İngiliz işgalinde onlarla iş tutmuşlardır. 1915’te Urfa’da çıkardıkları başarısız isyana iştirak ettikleri tespit edilip Halep’e gönderilen Ermeniler, işgalci İngiliz kuvvetleriyle asker kılığında Urfa’ya dönmüşler; şehirde yaşamakta devam eden Ermenilerle birlikte halkın maneviyatını bozmak ve asayişsizlik görüntüsü vermek için ortada bir şey yokken birden dükkânlarını kapatarak, kilise çanlarını çalarak İngilizleri etkilemeye çalışmışlardır. İngilizler ise Halep’ten getirerek demiryolu istasyonlarına yığdıkları vagonlar dolusu erzakla Ermenileri desteklemişlerdir.
İngiliz ve Fransızlar arasında Türk topraklarının işgali hususunda değişim gerçekleşecek, bu durum Urfa’nın işgaline de yansıyacaktır. İngiliz ve Fransızlar, Çarlık Rusya’sının onayını alarak 1916 senesinde yaptıkları gizli Sykes-Picot Antlaşması ile Türk topraklarının Asya’daki kısmını aralarında paylaşmışlardır. Devrim sebebiyle Rusya devreden çıkınca İngilizler ve Fransızlar arasındaki rekabet İngilizlerin antlaşmaya aykırı davranmasına sebep olmuş, Türk topraklarının paylaşımında yeni bir uzlaşma olan Suriye İtilafnamesi (1919) ortaya çıkmıştır. Böylece İngilizler işgal altında tuttukları Maraş, Urfa ve Antep’i Fransızlara devretmişlerdir.
Yedi aylık bir süreyi aşan İngiliz işgalinin ardından onlar henüz ayrılmadan Fransızlar Urfa’yı işgal ederler. Başlarında birliğin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi temsilci Sajous’un bulunduğu 450-500 kişiden oluşan Fransız askeri birliği şehre girer. Fransızların asker gücü bir Fransız piyade birliği, Cezayirli askerler ve 40-50 Senegalli askerden oluşmaktadır. (İşgal gücünü oluşturan askerlerin sayısı hususunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Türkçe çevirisi Ermenilerin yayınevince Urfa’da Ermeni Yetimhanesi adıyla basılmış olan Between The Lines In Asia Minor adlı kitabında 1919-1921 yıllarında Urfa’da bulunmuş olan Amerikalı misyoner rahibe Mary Caroline Holmes, Fransızların başlangıçta 1000 askerle geldiklerini yavaş yavaş tezkere alarak bu sayının beş yüze düştüğünü belirtmektedir.) Bazı askerlerin Türkçe konuşmalarından aralarında Fransız üniforması giymiş Ermenilerin olduğu anlaşılmaktadır. Fransızların makineli tüfekleri, mitralyözleri, elle ve tüfekle atılan bombaları vardır.
Fransızlar şehirde her yere, bazı konaklar da dâhil, Türk bayraklarını indirmek suretiyle Fransız bayrakları asarlar. Fransız siyasi temsilci –yani Fransızlar Urfa’ya müstemlekeye özgü bir genel vali atamışlar– mahalli idareciler ve şehrin ileri gelenleri ile görüşmesinde bütün memurların görev yaptıkları yerleri sorar ve bu konuda bir dosya ister. Sonra adliye işlerine el atar, elde etmek istedikleri aşiretlerin akrabalarını hapisten çıkartır; henüz hükümleri kesinleşmemiş olanların dosyalarını ister ve bunlardan dilediklerini serbest bırakır; Ermenilerden adam öldürme, kasten yangın çıkarma, cebir, ırza tecavüz gibi suçlardan kesin hüküm giymiş kimseleri adliyeye baskı yapmak suretiyle tahliye ettirir. Fransız askerleri şehrin giriş ve çıkışlarını (Suruç yolu, Siverek yolu ve Harran yönü) kontrol altına alırlar, Postane işgal edilerek haberleşmeye sansür konulur. Şehir merkezinde önemli noktalara makineli tüfekler yerleştiren Fransızlar, karargâh haline getirdikleri hastane ve çevresine siperler kazarlar.
Fransızların Urfa’da yaptıkları fenalıklardan ve halkı düşmana karşı mücadeleye yönelten önemli olaylardan biri Vezir Hamamı hadisesidir. Hamamın kadınlara tahsis edildiği ve kadınların yıkandığı bir sırada iki Fransız askeri Vezir Hamamı’na girmek ister. O sırada orada bulunan Fattaney Behiye isimli kadının ilk hareketiyle Urfalı kadınlar, Fransız askerleri dışarı atarlar. Fattaney Behiye sonra doğru Belediye binasına gider, Belediye Reisi Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa’nın başından fesini alarak kendi başına geçirir, yaşmağını ise Belediye Reisi’nin başına geçirir. “Kalk buradan, siz iş yapamıyorsunuz. Size kalırsa namusumuz, şerefimiz ayaklar altına alınır. Çıkın buradan, biz gelelim. Bugün Vezir Hamamı’nda kadınlar yıkanırken oraya yakın postaneyi bekleyen Fransız askerleri hamama girdiler. Kadınlara el attılar, biz onları peştamallarla kovaladık.” der. Bunun üzerine Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa Onikiler’i toplar, olanları anlatır. “Bugüne kadar şerefimiz ve namusumuzla yaşadık. Bizim bu şehirden göçüp gitmemize imkân yok. Hepimiz toprak sahibiyiz, toprak sırtta taşınır mı? Onun için iyi biliniz ki bu iş böyle devam ederse, yarın bir Fransız kapınızın önüne çatmasını asar, evinize girer. O zaman eviniz size haram olur, gidemezsiniz.” Bu sözleri dinleyen cemaatten çıt çıkmamaktadır? O sırada Güllü Osman, diz çöküp kılıcını çeker “Arkadaşlar, ne korkuyorsunuz? Bu kılıç yüz Fransız öldürür.” der. Bu konuşma ile cemaate mücadele azmi gelir. (Söz konusu Onikiler’in toplantısında bizzat bulunmuş Tahir Güllüoğlu’ndan naklen Müslüm Akalın, Milli Mücadele’de Urfa Anılar-Belgeler)
Fransız işgal birliğinin komutanı Binbaşı Hauger ve siyasi temsilci Yüzbaşı Sajous işgali takip eden günlerde Müftü Hasan Efendi’yi ziyarete giderler. Konuşma sırasında Hauger, Müftü’ye “Urfa sekiz yüz yıl evvel, daha Osmanlı idaresine girmeden Fransızların idi.” diyerek –Haçlı Seferleri sonrası Urfa’da kurulan ve yaklaşık 50 yıl devam eden Fransız Hıristiyan Kontluğu’nu kasteder– Urfa’nın işgalinde haklılık iddia etmek isteyince Müftü “Evet, bundan sekiz yüz yıl evvel Urfa bir müddet Fransız işgalinde kalmıştı. Fakat o zaman da Urfa bir Türk şehri idi. Fransızlar şehri Türklere iade etmek mecburiyetinde kalmışlardı.” cevabını verir. Bunun üzerine komutan konuşmaya son verir ve kalkmak zorunda kalır.
Urfa’nın Fransızlarca işgaline ve takip eden günlerde yapılan muamelelere karşı Müftü Hasan Efendi, eski Müftü Şeyh Müslüm, Belediye Reisi Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa, Urfa Merkez Müderrisi ve Urfa eşrafından kişilerin imzalarıyla İstanbul’daki Sadaret ile Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya sefaretlerine protesto telgrafları çekilir.
Fransız işgal kuvvetlerinde asker üniformalı Ermeniler olmasının yanında yerli Ermeniler Fransızları sevinçle karşılarlar. Ermeni din adamları ve ileri gelenleri Fransızlara nasıl davranacaklarını şaşırmış vaziyette işgal sonrası ilk Pazar günü kilisede bir yemek verirler.
1920 yılı Ocak ayının 17. günü alafranga saat ile 10’da ortada bir sebep yokken Ermeniler fark edilmeyecek şekilde birer ikişer dükkânlarını kapayarak evlerine giderler. Sonra bu hal ani bir şekilde umuma yayılır ve Ermenilerin heyecanla koşup mahallelerine çekilmesiyle sonuçlanır. Bu durum değişik zamanlarda tekrar eder. Böylece Ermeniler memlekette asayişsizlik olduğu görüntüsü vermek için bazı günler dükkânlarını açmamakta devam ederler.
Türkün yarasını ancak Türk sarar. Urfa’da Kuvayı Milliye teşkili için Onikiler’in harekete geçtiğinden daha evvel söz etmiştik. İstiklâl Harbi’nin bir cüzü olan Urfa’daki mücahedeyi konu alan yayınların ekseriyetinde Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ve buna bağlı olarak Kuvayı Milliye’nin teşkili hususunda işi Heyeti Temsiliye’ye bağlama eğilimi görülür. Oysa bu durum gerçeklerle pek örtüşmez. İşin Heyeti Temsiliye ile ilgili kısmı, her şey olup bittikten sonra Heyeti Temsiliye’nin durumdan telgrafla haberdar edilmesinden öteye geçmez. Öte yandan kendi derdine düşmüş, Harbiye Nezareti’nin işgallere karşı ne yapılacağı hususundaki müracaatlarına cevap dahi veremeyen Padişah ve Sadaret ile işgaller karşısında çaresiz halkın arasında ne yapacağını bilmez bir halde kalmış merkezî hükümetin mahalli temsilcileri de öne çıkma cesareti gösteremez bir durumdadırlar. Urfa’da Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ile buna bağlı ve iaşesini temin edeceği Kuvayı Milliye’nin oluşturulması işinin, Belediye Reisi Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa’nın öncülüğünde halkın ileri gelenlerinin yani Urfalıların inisiyatifinde gerçekleştiğini burada belirtmemiz gerekir.
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’nin teşkilini haber alan Fransızlar, Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey’i karargâha çağırırlar. İşgal komutanı, Ali Rıza Bey’i sorguya çeker. “Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ne demek” sorusuna Ali Rıza Bey “Meşru olan hakkı müdafaa etmek üzere gayri müsellah kuvvettir.” cevabını verir. “Burada işgal altında bir cemiyetin vücudundan haberdar oluyoruz.” diyen işgal kuvvetleri komutanına Ali Rıza Bey bunun yalan olduğunu söyleyerek inkâr eder. “Cemiyet kimlerdir, nasıl adamlardır.” sorusuna “mevcut olmayan bir şeyden bahsetmek doğru olmaz.” karşılığını alan Fransız komutan “Fransız Cumhuriyet Hükümeti sizi Urfa’dan azlederek uzaklaştırıyor.” der. Böylece Ali Rıza Bey tutuklanır, sonra da firar ederek Urfa’dan ayrılır.
Urfa Jandarma Tabur Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey’in ardından yerine Fransızların muvafakati, Heyeti Temsiliye’nin tensibi ve İstanbul Hükümeti’nin resmi emri ile atanan (daha evvel Kozan Jandarma Kumandanı olan) Yüzbaşı Ali Saip (sonradan Ursavaş soyadını alacak), 29 Aralık 1919’da Urfa’ya gelir. Bir tabura en az binbaşı rütbesinde bir subay atanması gerekirken bir yüzbaşının atanmış olması da dikkat çekicidir. O sırada Urfa’da yaygın kanaat Ali Saip’in Fransızların adamı olduğu yönündedir. Ali Saip, Fransızların güvendiği biridir. Onikiler, Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa başkanlığında toplanarak Ali Saip hakkında görüşürler. Hangi taraftan olduğunu anlamak için Ali Saip’le konuşurlar. Onun, Fransız taraftarı olmadığını söylemesine inanmazlar. Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa, Ali Saip’e bir teklifte bulunur. “Kendisine bir mektup vereceğini, bu mektubu Badıllı Sait’e götürmesini, Sait Bey ve aşiretinden kimselerle birlikte Karaköprü’ye gelmesini ve orada kendilerinden emir beklemesini” söyler. Böylece Ali Saip, Sait Bey’e gitmeyi kabul eder ve mektubu alıp Badıllı Sait’e gider. Daha evvel sözünü ettiğimiz Urfa’da Ermeni Yetimhanesinin başındaki rahibe M.Caroline Holmes, Ali Saip’in “Urfa’dan önce Adana’da jandarma olduğunu, büyük savaşta bir köydeki görevi dolayısıyla savaşta bir saat bile bulunmadığını ve Fransızların adamı iken güçlendiklerini gördüğü milliyetçilerin adamı olduğunu” söyler. Tartışmalı bir şahıs olan Ali Saip, yazdığı Kilikya Faciaları ve Urfa’nın Kurtuluşu (1924) adlı kitapta Müdafaayı Hukuk Cemiyeti ve Kuvayı Milliye’nin teşkili dâhil pek çok faaliyeti kendisine mal etme yolunu tutmuştur. Oysa Ali Saip’i Urfa Müdafayı Hukuk Cemiyeti üyeleriyle tanıştıran Hacıkamilzade Hacı Mustafa olmuştur.
“Vatan sevgisi taşımayanlarda namus ve iman yoktur.” Fransızlara karşı harekete geçmeden evvel neler yapıldı? Urfa çevresindeki aşiretlerle haberleşme sağlandı. Bazı aşiretlere, Fransızların yardım almalarını önlemek için demiryollarını ve köprüleri tahrip etme görevi verildi. Milli kıyamın başlatılabilmesi için önce Urfa ve civar halkı istiklâle fikren hazırlanmalıydı. Civar aşiretlerin ellerindeki savaşçılardan faydalanmak gerekiyordu. Urfa hapishanesinde tutuklu bulunan gençler salıverilerek silahlandırılacaktı. Milli kıyam başladığında Fransızların çevresi sarılacak, böylece dışarıdan yardım almaları önlenecekti. Telgraf hattı tahrip edilerek dışarıyla irtibatları kesilecek ve mahsur bırakılacaklardı.
Ali Saip, Hacıkamilzade Hacı Mustafa’nın teklifi üzerine gittiği Siverek’te ve Viranşehir’de aşiretlerin ileri gelenleri ile görüşmüş olarak Badıllı aşireti reisi Sait Bey’in köyünde toplanan kuvvetle birlikte Urfa’ya hareket edecek, Siverek’ten gelen milis güçleri ile Karaköprü’de buluşulacaktır. Siverek’te oluşturulan ve Urfa’ya gitmek üzere hazırlanan Kuvayı Milliye milislerine ve onlara destek için Hükümet Meydanı’nda toplanan halka Siverek Müftüsü Osman Efendi hitap ederek “Bugün namus ve gayret günüdür. Düşmanı bulunduğu yerde ölüme mahkûm edenler yaşamak hakkına malik olurlar. Vatan ve memleket sevgisi taşımayanlarda namus ve iman yoktur.” demiştir. Bu hitabın ardından kuvvetler hareket etmiştir.
7 Şubat 1920 günü Kuvayı Milliye adına yörede bulunan bütün aşiret reislerine ekinde bir talimatnamenin de yer aldığı bir beyanname gönderildi. Bu beyannamede Fransızların Adana’da yaptıkları din, namus, şeref ve haysiyete tecavüzleri ifade edilerek burada da aynı mezalime başlayacakları dile getiriliyordu. Fransız kumandanının muvazzaf jandarmaların terhisi ile gönüllü erler kaydettireceği ve bundan maksadın hazırladıkları 300 Ermeniyi jandarma kaydettirmek olduğu belirtiliyordu.
Talimatnamede ise “Fransızlar, verilen yirmi dört saatlik mühlet zarfında bulundukları yöreleri boşaltmayacak olurlarsa, her kıta kendine mürettep olan mevkileri yavaş yavaş tazyik edecektir.” denilmekteydi. Ocak ayının 15. günü dükkânların hatta fırınların dahi açılmayacağı, Fransız erata hiç kimsenin yiyecek maddesi satmayacağı belirtiliyordu.
Bu sıralarda Urfa Mutasarrıflığı’nın 13.Kolordu’ya gönderdiği bir telgraf Fransızların asker gücü hakkında bilgiler içermektedir. Buna göre, Urfa’da beş yüz kadar harp görmüş nefer ve on subaydan oluşan Fransız kuvveti bulunmakta, Fransızların bu güçlerini Ermenileri de silahlandırarak bine çıkardıkları, karargâhlarının Ermeni mahallesine yakınlığı sebebiyle buradan iaşe sağlayacakları ifade edilmektedir. Bir taburdan oluşan Fransız kuvveti 36 makineli tüfek ve bir takım süvariye sahipti. Yirmi bin kadar ihtiyat cephanesi de bulunan Fransız kuvvetlerinin içinde yer alan Ermeni gönüllülerin sayısı zamanla 1200’e kadar çıkmıştır.
Türk tarafı jandarma ve gönüllü milis kuvveti olarak Urfa, Siverek ve aşiret destekleri dâhil yaklaşık iki bin mücahitten oluşmaktaydı. Burada dikkat edilmesi gereken nokta bu insan gücünün önemli bir kısmının askeri nitelikten ve savaş tecrübesinden yoksun aşiret mensuplarından teşekkül etmiş olmasıydı.
Fransızlar, Urfa’da Telfıtır (halk arasında Tılfındır denilir) ve Külaflı tepelerini tahkim etmek suretiyle mevzilenmişlerdir. Fransız kıtaları burada 2000-2500 metre genişlik ve 600 metre derinlikte bir alanı işgal ediyorlardı. Fransız mevzileri Ermeni mahallesine bitişikti. Ermeniler her yerde olduğu gibi Urfa’da da evlerini hâkim ve havadar noktalara inşa etmişlerdir.
8 Şubat 1920 günü Müdafaayı Hukuk heyeti, Kuvayı Milliye’nin toplandığı Karaköprü’de Ali Saip’le görüşür. Çatışmanın başlaması için artık bir mani kalmamıştır. Urfa’daki işgal kuvvetleri komutanına ve Fransız siyasi temsilcisine, Urfa Kuvayı Milliye’si adına bir ültimatom mektubu verilir. Bu ültimatomda “Eğer işgal kuvvetleri şehri yirmi dört saat içinde boşaltmazlarsa Kuvayı Milliye için silah kullanmak zorunlu olacaktır.” denilmektedir. Ancak işgal komutanlığından menfi cevap gelir.
Burada Ali Saip’in başka vesilelerle de karşılaşılacak ve işgalin uzamasına sebep olacak davranışlarından biri karşımıza çıkmaktadır. Ali Saip, Siverek’ten gelecek olan kuvvetlerden birkaç saat evvel Karaköprü’ye ulaşmıştır. Ancak önceden kararlaştırıldığının aksine onları beklemeksizin Badıllı Sait ve aşiret kuvvetleri ile Bey Kapısı’ndan Urfa’ya girmişlerdir. Oysa Siverek’ten gelen kuvvetlerin içinde yer alan Kerim Fırat’ın ifade ettiği üzere 100-150 atlı ile değil, Siverek’ten gelen kuvvetlerle birleşmiş bir şekilde 600-700 atlı ile Urfa’ya girilse bunun düşmana büyük zarar verecek bir tesiri olacaktı. Siverek’ten gelen aşiret kuvvetlerinin bir kısmı Harran Kapısı’ndan, bir kısmı ise Bey Kapısı’ndan şehre girerler.
8 Şubat akşamı Urfa’ya varmış bulunan Kuvayı Milliye’yi halk, evlerinde misafir etmiş; yemek vermiş ve yatırmış, atlar ise ahırlarda yemlenip tımar edilmişti.
9 Şubat sabahı Kuvayı Milliye Belediye binasının önünde toplandı. Şehrin bütün memurları ve ileri gelenleri de buradaydı. Halk da belediyenin önündeki meydanda toplanmıştı. Ali Saip Belediye Meclisi’nin oluşturacağı komisyonca Kuvayı Milliye’nin iaşesinin sağlanacağını, milli kıyamın başlamış olduğunu, idaresinin Kuvayı Milliye tarafından üstlenildiğini kalabalığa ilan etti.
Bu konuşmanın ardından mücahitlere verilmek üzere silah ve cephane tutanakla aşiret reislerine dağıtıldı. Kuvayı Milliye’nin ihtiyaçlarının karşılanması için bir yardım faaliyeti başlatıldı. Bir saat içinde halk tarafından iki bin altın Kuvayı Milliye’ye bağışlandı. Aynı gün Urfa Müdafaayı Hukuk Cemiyeti, Kuvayı Milliye’nin idare ve iaşesi için kurullar oluşturdu. Kurulların oluşturulmasının ardından savunma tedbirlerine geçildi. Gerekli yerlere avcı hendekleri kazıldı, yol ağızlarına barikatlar oluşturuldu, bazı evler ateşli silahlarla mevzi almaya müsait hale getirildi.
Fransızlar ise belirli yerlerde hendek ve siperler kazmışlar, bir kısım evlerde iç duvarları yıkmak suretiyle şehir içi savaşmaya uygun tadilatları yaparak tertibatlarını almışlardır.
Hapishanedeki gençlerin salıverilerek düşmana karşı silahlandırılması düşünülmüştü. Bu gençlerin bırakılırken sokakta koşuşturmaları sebebiyle hapishanenin üstünde bundan habersiz olan nöbetçi, mahkûmların kaçtığı düşüncesiyle havaya ateş edince 9 Şubat günü çatışma başlamış oldu. Fransızlar şiddetli bir ateş başlattılar.
Mücahitler Fransızların Antep’teki kuvvetleriyle haberleşmesini engellemek için telefon ve telgraf bağlantılarını kestiler. Her iki taraftan ateş devam ederken hava sertleşmiş, kar yağmaya başlamıştı.
Çarpışmaların ikinci günü olan 10 Şubat 1920’de silah ve diğer maddi yönlerden Türklerden güçlü durumdaki Fransızlara karşı yapılacak taarruzların başarılı olabilmesi için bazı stratejik noktaların Kuvayı Milliye tarafından ele geçirilmesi için gayret gösterildi.
Sayıları 200’e varan Fransız kuvvetinin bulunduğu Ermeni mahallesinden ateş açılan evlere baskınlar düzenleyen Kuvayı Milliye buraları etkisiz hale getirme yoluna gitti. Çok şiddetli bir kış yaşanıyordu. Sürekli kar yağışı ve soğuk hava rahat hareket edilmesini engelliyordu.
Ali Saip, bir ara ateşi kestirerek bir heyet gönderip Fransızlardan kan dökülmeden şehri tahliye etmelerini istedi. Fransızlar bu teklifi reddettiler. Heyet dönünce ateş yeniden başladı, çarpışmalar şiddetlendi.
Silah yetersizliği ve cephane azlığı sebebiyle Türk tarafı cephaneyi idareli kullanmalıydı. Bunun için tahkimat önem kazanıyordu. Böylece belli başlı stratejik noktaların tahkimi için siper kazılıyordu.
Şubatın on sekizinci günü düşman üzerine bir hücum yapılmış, Fransızların yüz kişilik kuvveti darmadağınık bir halde firar etmiştir. Firarilerin bir kısmı kar fırtınasında telef olmuş, bir kısmı öldürülmüş, on altısı ise esir alınmıştır. Ganimet olarak bir otomatik tüfek, iki sandık el bombası ele geçirilmiştir.
Urfa şehir merkezinde Kuvayı Milliye’nin Fransızlara karşı başlattığı kuşatma ve kıyamla aynı günlerde civar yerlerde de hareketlenmeler olmuştu. Birecik’te Kuvayı Milliye tarafından kasaba kuşatılıp kasaba dışındaki Fransızlara ateş açılmış, karşılıklı ateş sürmekle birlikte hâkim tepeler Kuvayı Milliye’nin elindeydi. Suruç’ta toplanan Kuvayı Milliye on kilometre güneyde yer alan Arappınar –bugün Kobani, Aynel Arap denilen yer– İstasyonu’ndaki Fransız askerlerinden teslim olmalarını istemiş, ret cevabı alınca iki taraf arasında çarpışma başlamıştır. Harran kazası sınırları içinde yer alan Telabyad, aşiretler tarafından kuşatılmış ve burada bulunan Fransızlar muhasara altına alınmıştır.
İçteki gavur Burada işgalle birlikte ve çatışmaların başlamasının ardından Urfa’daki gayrimüslimlerin ve özellikle Ermenilerin tavrına bakmamız gerekir. Urfa’daki Ermeniler ve Süryaniler Fransız işgalinin başından beri işgalcilerle yakın ilişki içinde olmuş ve onlara her türlü kolaylığı sağlama yoluna gitmişlerdi. İstihbarat, yiyecek temini, casusluk ve aşiretlerle irtibat kurma hususlarında Fransızlara yardım etmişlerdir. Kuvayı Milliye Urfa’ya girdiğinde Ermeni ve Süryanilere “vatandaş olarak kabul edildiklerini, hareketlerinin sadece Fransızlara karşı olduğunu” mektupla bildirmiş, onlar bu mektuba “tarafsız kalacakları” cevabını vermişlerdi. Ancak Ermeniler Fransızları desteklemeye devam etmişlerdir. Ermeni kilisesinden gece ve gündüz ara sıra Türk tarafına doğru kurşun atılmaktadır. Bunun üzerine Türk kuvvetleri, Ermenilerle Fransızların irtibatını kesmek maksadıyla bir baskında bulunarak Ermeni Şakloz’un evini ele geçirince bazı Ermeniler mahallelerinden ayrılarak Fransızlara yakın yerlere geçmişlerdir. Ermenilerin Fransızlara yiyecek temin ettikleri anlaşılınca Ermeni mahallesi tecrit edilerek buraya dışarıdan erzak sokulması yasaklandı. Ermenilere, kiliseye Türk bayrağı çekmeleri halinde tecridin kaldırılacağı bildirildiği halde buna yanaşmayarak silahlı olarak tarafsız kalacaklarını bildirdiler. Buna rağmen fırsat buldukça Türk kuvvetlerine ve tek buldukları Türklere ateş etmekten vazgeçmediler. İş bu kadarla da kalmadı. 15 Şubat günü Ermeni ve Süryanilerden oluşan bin iki yüz kişilik bir grup Fransızlara iltihak etmiş ve Fransızlar tarafından silahlandırılmıştır.
O yıllarda Urfa’da Amerikalılarca işletilen Ermeni Yetimhanesi, Kuvayı Milliye mevzilerine müstahkem bir yerde idi. Fransızlar, Türk kuşatması başladıktan sonra mevzilerine yakın olan bu yetimhaneye bir miktar asker yerleştirdiler. 11-12 Şubat günlerindeki çatışmalarda buradaki Fransız askerlerinin Kuvayı Milliye’ye ateş ettikleri görülmüştü. Bunun üzerine Kuvayı Milliye Kumandanı Ali Saip, Yetimhane müdiresi Mary Caroline Holmes’e mektup yazarak Fransızların binadan çıkarılmasını istediğinde Holmes “Fransa, Amerika’nın müttefikidir, Fransızlar Amerikalıları kendi ahalisi gibi koruyacaktır.” cevabını vermiştir.
13 Şubat günü, Maraş’tan Fransızların tahliye edildiği haberini alan Kuvayı Milliye Kumandanı Ali Saip, Fransızlara teslim olmaları veya şehri tahliye etmeleri çağrısında bulundu. Fakat teslim yahut tahliye gerçekleşmedi. Yalnız Fransızların işgal etmiş oldukları bazı binaları tahliye ettikleri ve terk edilen binaları ateşe verdikleri görüldü.
Bir sonraki gün Siverek’ten getirilmiş olan top ile Fransız mevzilerine ateş edildi. Ancak top çok eski ve arızalı olduğundan birkaç atıştan sonra kullanılamaz hale geldi.
Kuvayı Milliye, Fransızların ileri karakolu ve önemli mevzilerinden biri olan Külaflı Tepesi’ne 17/18 Şubat gecesi taarruzda bulundu. Fransızların bir kısmı öldürülüp bir kısmı da esir alınmak suretiyle tepenin ele geçirilmesinin, böylece burasının Fransızlardan temizlenmesinin halk ve Kuvayı Milliye üzerinde gayet müspet bir etkisi oldu. Bu hücumdan bir makineli tüfek de ele geçirildi.
21 Şubat günü geceleyin, aşiret mensuplarından oluşan bir kuvvet Ermeni mahallesi ile Fransız mevzileri arasında bulunan Bedirüzzaman Karakolu’na baskın düzenledi. Fransızlarla yaşanan şiddetli çarpışma neticesinde Fransızlar tutunamayarak kaçtılar ve on kayıp verdiler. Karakol ele geçirilerek Ermeniler ile Fransızlar arasındaki irtibat bu noktada kesilmiş oldu.
Kuvayı Milliye’nin bir diğer hücumu 28 Şubat’ta, Fransız mevzilerinin yakınındaki Karalök’ün bağına yönelik oldu. Rastgeldi Hacı Ahmet, sabah namazını karın üstünde kıldı, Delail-i Hayrat’ı okudu, gün doğarken hücuma geçildi. Fransızlar bu ani baskından şaşkına dönerek beyaz mendil sallayıp teslim olacakken Ermeni Yetimhanesi’nden mücahitlerin üzerine ateş açıldı. Kemancızade Fuat ile Mestçi Ahmet yaralandılar; Rastgeldi Hacı Ahmet, Mamiki ve Tayfur şehit oldular. Düşman kuvvetleri ise fazla zayiat verdiklerinden ertesi gün bağ evini tahliye etmişlerdi.
Fransızların yiyecek ve içecek sıkıntısının başladığı ve müşkil durumda oldukları bir zamanda, 28 Şubat günü sabah şehrin üzerinde daireler çizerek uçan bir Fransız uçağından, Karargâhın üzerinden geçerken bir paket atıldığı görülür. Paketteki kâğıtlarda Urfa’daki Fransız kuvvetlerine hitaben “Yakında takviye güçleri gelecek. Cesaret! Her şey düzelecek.” diye yazmaktadır. Bir hafta sonra uçak bir kez daha Urfa üzerinde uçacaktır. Fakat herhangi bir takviye güç gelmeyecektir.
Korkmaya lüzum yoktur, eceli gelen ölür. 5. Tümen’den temin edilen iki dağ topu Urfa’ya getirilmişti. 3 Mart günü akşamüzeri Türk Karargahı’nda, aşiret reisleri ve Kuvayı Milliye bölük komutanlarının iştirak ettiği bir toplantı yapıldı. (Burada sırası gelmişken Kuvayı Milliye Bölükleri’nden söz etmemiz gerekir. Her biri yüz kişiden oluşan dört Kuvayı Milliye bölüğü oluşturulmuştu. Her bölüğü bir yedek subay kumanda etmekteydi. Birinci Bölük Teğmen Hacıkamilzade Rami tarafından, ikincisi Canbeylizade Remzi, üçüncüsü Mestçizade Ahmet, dördüncüsü ise Hatipzade Fikri tarafından kumanda edilmekteydi. Bunun dışında mahalle ve semtlerin sorumluluğunun verildiği yedek subaylar vardı.) Bu toplantıda Belediye Başkanı Hacıkamilzade Hacı Mustafa, halkın maneviyatını yükseltmek ve düşmana kesin bir darbe indirmek için bir taarruz başlatılması fikrini açıklar ve bu fikir kabul görür. Buna göre halk ve aşiretler her taraftan ateş açacaklardı, toplarla Fransız kuvvetlerinin kullandığı binalar vurulacaktı. Bununla birlikte plana göre Hacı Bekir’in konağından (günümüzdeki Şehbenderiye Camii) Kürkçü Osman’ın evine, Hayırsızların evinden Şişko’nun damına, Samsat Kapısı’ndan da Kürkçüzade Mahmut Nedim’in konağına taarruz edilecekti.
4 Mart günü, daha evvel 5. Tümen’den temin edilmiş olan iki topla Fransız mevzileri vurularak hücum başlatılır. Hatipzade Mustafa’nın bağında bulunan 4. Kuvayı Milliye Bölüğü harekete geçerek bağın en yüksek noktasına geldiğinde Amerikan Hastanesi’nden açılan ateşe maruz kalır, birçok kayıplar verir. Sekiz şehit ve on beş yaralı vardır. Hayırsızların evinden harekete geçerek Mahmut Nedim’in konağına hücum eden mücahitlerin arasına bir el bombası düşer fakat patlamaz. Bunun üzerine mücahitlerden biri “Korkmaya lüzum yoktur, eceli gelen ölür, mukadder olsaydı patlaması icap ederdi.” diye arkadaşlarını cesaretlendirerek konağa girmelerini söyler. Burada on dokuz şehit verilir. Bu hücumda Kuvayı Milliye seksenin üzerinde şehit vermiş, Urfa Hastanesi yaralılarla dolmuş, Fransızlara kesin bir darbe vurulamamıştır.
Çatışmaların uzaması, Fransızlara kesin bir darbenin vurulamaması halk ve mücahitler üzerinde menfi tesir uyandırmaktaydı. İşte bu sıralarda düşmana karşı silaha sarılmanın yanlışlığını söyleyip Kuvayı Milliye’ye muhalif olanlar Mutasarrıf Ali Rıza Bey’den bir camide toplanılmasını istediler. Hasan Padişah Camii’ndeki toplantıda Ali Yaver isminde biri “Kuvayı Milliye başarılı olamıyor. Memleketin gençleri ve serveti bu uğurda feda ediliyor. Galip Avrupa devletlerine bu şartlar altında başarı sağlayamayız. Fransızlarla barışmaktan başka çare yoktur. İki aydır her türlü fedakârlığı yaptık, yetişir, iki çürük topla iş yapılmaz. Bu sözlerime cevap isterim.” deyince Belediye Reisi Hacı Mustafa “Bunlar kimdir? Ben bunları tanımıyorum. Bunlar geceleri memleketten firar eden, sadece eşyalarını ve kadınlarını düşünenlerdir. Akrabasının ve komşusunun namusunu düşünmeyen insanlardır. Bunların bu memleketle alakaları yoktur. Ali Yaver ve arkadaşlarının hangi adamı şehit olmuştur? Defterimize kaç para bağışta bulunmuşlardır? Servet imha edilmişse bizimdir, şehit var ise o da bizimdir. Bunlar aynı zamanda Fransızlara erzak veriyorlar, bunlar haindir. Fransızların cephanesi kalmadığı gibi at eti yiyorlar. Böyle bir zamanda Fransızlara müracaat etmek demek, ölü birini diriltmek demektir.” cevabını verir. Cami kapısında bekleyen Badıllı Aşireti Reisi Sait, aşiret mensuplarına “Evlatlarım vurun!” emrini verince aşiret mensupları silahlarının mekanizmasını açıp kapayıncaya kadar muhalifler pabuçlarını alarak camiden kaçarlar. (Ali Rıza, Ahfada Yadigâr Urfa Mücahedesi)
Düşmanla çarpışma sürmekte, bazı başarılar da elde edilmektedir. Fakat iki bin kadar Kuvayı Milliye eri olduğu, son zamanlarda top da kullanıldığı halde eldeki silahların derme çatma oluşu, kuvvetlerin önemli bir kısmının askerlik ve savaş tecrübesi bulunmayan aşiret mensuplarından oluşması, bunları kumanda edenlerin ise sevk ve idare kabiliyetinden yoksun aşiret reislerinin olması önemli bir başarı elde edilmesini engellemekteydi.
İşte bu sıralarda Albay Normand komutasındaki Fransız kuvvetlerinin Urfa’ya geleceği şayiası halktaki endişeyi had safhaya çıkardı. Buna karşı alınacak tedbirleri konuşmak üzere yapılan toplantıda Ali Saip, Kuvayı Milliye’nin Karaköprü’ye çekilmesi fikrini ileri sürdü. Ancak Belediye Reisi Hacı Mustafa ile Siverek’ten gelen kuvvetlerin başındaki Mehmet Emin, Kuvayı Milliye’nin şehirden ayrılmaması fikrindeydiler. Ali Saip “panik havasına tutulmuş”, “vaziyete hâkim ve vakıf olamayan bir kumandan” tavrı yanında sevk ve idare zafiyeti göstererek büyük bir yanlışa düşmüş, Badıllı aşireti kuvvetlerini de alarak aşiret reisi Sait Bey’le şehre bir saat mesafedeki Karaköprü’ye çekilmiştir. Bu durum halk üzerinde fena tesir bırakmış, halkın bir kısmı canını kurtarma kaygısıyla şehri terke hazırlanmış, Fransızlarla Ermenilerin şehri ele geçirip esaret altına alması an meselesi olmuştur. Belediye Reisi Hacı Mustafa, çetelere emir vererek “Dışarı kaçanların malları sizin, canlarını da bana teslim edin.” diyerek şehri çember içerisine aldırır. Böylece şehri terk etmek isteyenler engellenir. Düşman kuvvetleri gelmeyince bir gün sonra Ali Saip yanındaki kuvvetlerle geri dönecektir.
Mart ayının ortalarına doğru Fransızların cephanesinin azaldığı haber alındı. Fransızlar yiyecek yönünden sıkıntı çekmekteydiler. Mart ayının sonlarına doğru su aldıkları kuyudaki su seviyesinin iyice düşmesiyle hem içmek hem de temizlik için su temini iyice sıkıntı olmuştur.
Fransızlar, erzak elde etmek için şehre karşı büyük bir hücum düzenlemek isterler. 1 Nisan 1920 günü, Kuvayı Milliye birliklerinin dinlendikleri sırada nöbetçilerin görev başı çağrısıyla herkes siperlere koşar. Yüz kadar Fransız askerinin karşıdaki bağlar içinde ilerledikleri görülür. Kuvayı Milliye’nin açtığı şiddetli ateşe Fransızlar karşılık verir. Çatışma bir saat sürer. Fransızlar geri çekilmek zorunda kalırlar. 3 Nisan günü Fransızlar tekrar hücuma kalkarlar. Ancak açılan top ateşi sonucunda ilerleyemezler. Kuvayı Milliye’nin tahliye çağrısına Binbaşı Hauger imzasıyla gelen cevapta “kan dökülmesini istemediklerini ancak generallerinin emri olmadan Urfa’yı terk edemeyecekleri” bildirilir.
Kuvayı Milliye, Fransızların cephanelerini boşa harcamalarını sağlamak için arada hileye başvurur. Bunun için köpekleri Fransız mevzilerine yönlendirirler. Bu suretle köpeklerin hareket ve havlamalarından duydukları tedirginlikle ateş etmek zorunda bırakılarak Fransızların boşa mermi harcamaları sağlanmış olur.
Türkler, siperlerine Türk bayrakları çekmişlerdi. Mevzilerinden bunu fark eden Fransızlar tamamen kuşatılmış olduklarını gördüler. Böylece Fransızlar, moralleri tamamen çökmüş bir halde imdat kuvveti beklemenin beyhude olduğunu da anlamışlardı.
5 Nisan gecesi Fransızların ana karargahından Ermeni mahallesinde yer alan bir diğer karargâhları olan Fırfırlı Kilise’deki (günümüzdeki Fırfırlı Camii) Fransız subaylarına yiyeceklerinin tükendiği bildirilir. Fransızlar, Urfa’dan ayrılmak için Ermenilerden Türklerle aralarında aracı olmalarını isterler. Bunun sebebi kendilerinin yiyeceklerinin tükenmiş olmasıdır, ancak sefaletlerini gizlemek için gerekçe olarak “Ermenilerin erzakının tükenmesini” göstermektedirler. Fransızların gitmek istedikleri haberi Ermeniler arasında büyük bir üzüntü ve şaşkınlığa sebep olur. Ermeniler kabahat ve ihanetlerinin farkında olarak, Fransızlar gidince Türklerin kendilerini yaşatmayacağı korkusuyla kendi dertlerine düşerler. Fransızların tahliye isteği hususunda aracı olma işini bırakıp Türklerin ağızlarını yoklamaya çalışırlar. Mutasarrıf Ali Rıza Bey’e bir mektup yazıp yiyeceksiz kaldıklarını ve tarafsızlıklarını ifade ederek görüşme isteklerini bildirirler. Görüşme istekleri kabul edilir. Türk heyeti Ermenilerle görüşür. Görüşmede Ermeniler açlık çektiklerini söyleyip kendilerine erzak verilmesini isterler. Türk tarafı, aynı durumu Türk halkının da yaşadığını, şehre aylardır pek az malın geldiğini ve Fransızlar çekilip gitmedikçe bir şey yapılamayacağını söyler. Bunun üzerine Ermeniler adına, Doktor Beşliyan ve milletvekili Mihran bu hususları iletmek üzere Fransızlarla görüşmek için izin isterler. Kendilerine izin verilir.
Doktor Agop Beşliyan ve Milletvekili Mihran bir Türk Jandarması eşliğinde Fransız karargâhına gidip komutanlarla görüşür. Binbaşı Hauger ve siyasi temsilci Sajous çok telaşlı ve perişandırlar. Fransızlar o kadar perişandırlar ki Binbaşı Hauger, Beşliyan’a ağlayarak “artık askerine itimat edemediğini” söylemiştir. İki saat süren tartışmadan bir karar çıkmaz. Fransızlar şereflerini korumayı da ihmal etmeden Urfa’dan gitme, Ermeniler ise canlarını kurtarma derdindedirler. Ermenilerin açlığını bahane ederek tahliye hususunda aracı olmalarıyla ilgili Ermeniler üzerinden bir sonuç elde edemeyen Fransızlar, bu defa Urfa’da bir hastane işleten İsviçreli Doktor Fischer’i devreye sokarlar. 8 Nisan günü Doktor Fischer imzasıyla Mutasarrıf Ali Rıza Bey’e, yine Ermenilerin açlığını gerekçe göstererek Fransızların bazı şartlarla Urfa’yı boşaltacağını bildiren bir tezkere gelir. Ermenilerin açlığını gerekçe göstermekten maksat şereflerini kurtarmaktır. Tezkerede Fransızların Urfa’yı tahliyesi şu şartlarla teklif edilmektedir: 1. Ermenilerin hayatlarının korunması, 2. Amerikalıların hayat ve mallarının korunması 3. Urfa’da ölen Fransızların mezarlarına saygı gösterilmesi, 4. Cerablus’a kadar ağırlıklarının nakli için altmış deve, yirmi beş at veya katır temin edilmesi, 5. Külaflı Tepesi’nin alınması sırasında esir edilen Fransızların iadesi, 6. Urfa eşrafından on kişinin Cerablus’a kadar kendilerine refakat etmesi.
Fransızların teklif ettikleri şartlar Mutasarrıf Ali Rıza Bey, Belediye Reisi Hacı Mustafa, Şellizade Ali, Şekercizade Eyüp, Hacı İmam Nebo, Akif Sözeri ve Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin diğer ileri gelenlerince Erkek Nümune Mektebi’ndeki toplantıda görüşülür. Şehirde sivil ve askeri idarenin Kuvayı Milliye’de bulunduğunun dolayısıyla tahliye isteğini kapsayan yazının Kuvayı Milliye Kumandanlığına hitaben yazılması gerektiğinin Fransızlara bildirilmesi kararlaştırılmakla birlikte yine de şartlar görüşülür. Fransızların şartlarından biri olan Urfa’yı silahlı olarak tahliye etmeyi istemeleri Müdafaayı Hukuk Cemiyeti içinde büyük tartışmalara yol açar. Ali Saip dışındaki hiç kimse bu şartı kabul etmez.
Kuvayı Milliye’nin talepleri karşı tarafa bildirildiğinde gelen cevapta Fransızlar Urfa’yı silahlı olarak terk etme isteklerini tekrarlamaktadırlar. Meselenin çözüme kavuşturulması için kararlaştırıldığı gibi 9 Nisan günü Karakoyun Deresi üzerindeki köprüde buluşulur. Buluşmada Türk tarafını temsilen Belediye Reisi Büyük Hacı Mustafa, Ali Saip ve Mutasarrıf Ali Rıza; Fransızlardan ise Binbaşı Hauger ile siyasi temsilci Sajous, Ermenilerden Doktor Beşliyan bulunmaktadır. Bu görüşmede Fransızların teklif ettikleri şartlar “Urfa eşrafından on kişinin Cerablus’a kadar kendilerine teminat olarak refakat etmesi” hariç Türk tarafınca kabul edilir ve böylece anlaşmaya varılır.
Fransızlar “Türklerce sıkı sıkıya kuşatılmış bulunan Ermenilerin daha fazla açlık ve ıstırap çekmelerini önlemek için Urfa’yı boşaltacakları” görüntüsü verirken işin gerçeği yiyeceklerinin tükenmiş olması, cephane sıkıntısı, askerlerde moral çöküntüsü ve itaatsizliğin baş göstermesi, takviye kuvvetlerin gelememesiyle birlikte aslında mevzilerinin Türk kuvvetlerince kuşatılmış olduğunu gördüklerinden Urfa’yı tahliye etmek zorunda kalmışlardır.
10 Nisan gününü Fransızlar tahliye için hazırlanmakla geçirir. Aynı günün gecesi ilerleyen saatlerde Millet Hastanesi civarında Ermeni Beşliyan’la vedalaşırken Binbaşı Hauger, Beşliyan’a “Hareket sırasında Ermenilerin kendilerine katılmamalarını, dağların ve yolların Türkler tarafından bu maksatla tutulduğunu, Ermenilerin canlarını kurtarmaya çalışmasını” söyler, “yakında geri gelip Ermenileri kurtaracağını” da ekleyerek. Burada Beşiliyan’ın “Yolda size hücum edecek olurlarsa ne yapacaksınız?” sorusuna ise Binbaşı Hauger “Silahlarımız ellerimizdedir.” cevabını vermiştir. Fransızlar o gece Karakoyun Deresi üzerindeki Hızmalı Köprü ile hastane civarındaki köprüden Suruç istikametinde hareket ederek Urfa’yı tahliye ederler. Burada Fransızların geri dönme düşüncelerini yetimhane müdiresi Amerikalı misyoner Caroline Holmes’le vedalaşırken Fransız subayın “Tekrar geri döneceğiz, görüşmek üzere.” demesinden de anlıyoruz.
Fransızlara anlaşma uyarınca kılavuzluk etmek üzere Jandarma Mülazım (Teğmen) Ömer İzzet komutasında on kişilik jandarma eşlik etmekteydi. Fransızların anlaşma için, çatışmaların başlamasından bu yana idareyi elinde bulunduran Kuvayı Milliye yerine Mutasarrıfı muhatap almaları, Urfa’yı tahliye ederken silah ve cephaneleri bırakmaya yanaşmamaları, takviye kuvvetlerle birlikte geri dönme fikrini yer yer açığa vurmaktan çekinmemeleri Kuvayı Milliye kumandanlığının anlaşma harici yani Fransızlardan gizli, onları üç kilometre geriden takip etmek üzere Jandarma Mülazım Halil Münir kumandasında yüz kişilik jandarma müfrezesi göndermesine sebep oldu.
10 Nisan akşamı Müdafaayı Hukuk heyeti ve Kuvayı Milliye komutanlığınca yapılan değerlendirme neticesinde şu tespitlerde bulunuldu: 1. Fransızlar Urfa’ya kısa sürede geri dönüp topraklarımızı işgal edecekler ve vilayete sömürgeci olarak yerleşecekler. 2. Urfa’daki Ermenileri Türklerin elinden kurtarmak bu planın önemli bir kısmıdır. Bunun anlamı da Türk halkının tutsaklığıdır. 3. Fransızların beklediği büyük askeri yardım büyük bir ihtimalle yoldadır. Bu kuvvet batıdan Urfa’ya doğru gelirken Arappınar’ına giden kafile ile karşılaşacak, hep beraber Urfa’ya dönecekler ve melun planın uygulamasına hemen geçeceklerdir. 4. Düşmanın bu planını akamete uğratmak için alınacak her türlü tedbir meşrudur.(Hasan Açanal, Urfa Kurtuluş Mücadelesi Hatıratı)
Şebeke dağından hopladım geldim/Beş on Fransızı pakladım geldim 11 Nisan sabahı Urfalılar uzaktan bomba ve mitralyöz sesleri duyarlar. Kuvayı Milliye yetkililerine Fransızları geriden takip eden kuvvetin kumandanı Mülazım Halil Münir’den gelen raporda “Düşman öncüleri ve özellikle öncüler arasındaki Ermenilerin yolda rastladıkları aşiret ve köylülere ateş ettikleri, bunun üzerine Şebeke boğazında çatışmanın şiddetlendiği, komutanın Fransız kıtalarına savaş düzeni aldırdığı ve kendilerine yani arkadan takip eden Türk müfrezesine karşı da ateş etmeye başladıkları” belirtilmekte, yardım ve makinalı tüfek istenmektedir.
13. Kolordu Kumandanlığının 17 Nisan tarihli raporunda Şebeke olayı şöyle anlatılmaktadır: “Urfa’dan çekilen Fransızların, Urfa’nın on beş kilometre kadar batısında Firuzpaşa deresinde aşiretler tarafından taarruza uğradıkları ve bir müddet devam eden çarpışmadan sonra çekildikleri, teslim işareti üzerine aşiretler yaklaşmaya çalışmış ise de Fransızlar ateşe devam ettiklerinden Fransızlardan 296 ölü, 67 yaralı verilmiş ve 140 kişi de esir edilmiştir. Kılıç Ali tarafından silahlı olarak Fransızların geri çekilmesine ilişkin çekilen telgrafın aşiretlerce duyulmuş olması nedeniyle bu hal meydana gelmiştir.”
11 Nisan günü Şebeke boğazında çarpışıp Fransızlara üstün gelen mücahitler toplu halde,
aralarında Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa da yer almaktadır.
Şebeke olayının bizzat şahitlerin anlattıkları dikkate alınarak değerlendirildiğinde, Fransızların Urfa’da çatışmanın sonuna doğru içinde bulundukları açlık, susuzluk, cephanesizlik gibi bütün sefaletlerine rağmen tahliye sırasında silahlarını bırakmamaları ve üstelik takviye güçlerle geri dönme düşünceleri sebebiyle Türk tarafının tertibi olduğunu söyleyebiliriz. Mücahedeye yedek subay olarak iştirak etmiş olan M. Akif (Sözeri) hatıralarında “Kuvayı Milliye erkânının Fransızları yolda çevirmeye karar verdiğini”, “Şebeke mevkiinde Fransızları pusuya düşürmek üzere zamanında gereken tertibatı aldırdıklarını”, “şafak söktüğü zaman Urfa halkından müteşekkil Kuvayı Milliye’nin kâmilen Şebeke mevkiinde ve yolun iki tarafındaki dağlarda hazırlanmış bulunduğunu” söylemektedir. Yine tahliye sırasında Fransızları üç kilometre geriden takip etmekle görevlendirilen yüz kişilik jandarma müfrezesinde mücahit olarak bulunan müfrezenin yazıcı eri Arif (Yazgan) “Urfa’dan gelen ve yaklaşık üç bin kişiden oluşan çeteler ile Fransızlar arasında çıkan çatışmadan Kuvayı Milliye kumandanlığının bilgisi olduğunu” ifade etmiştir.
At koşar, atlı öğünür. Bir süvari ne kadar mahir olursa olsun, bindiği at iyi bir atın vasıflarını taşımazsa, atlının maharet ve ünü anılmaz. Eğer at cins olur da süvarisi mahir olmazsa yine de at süvarisini kurtarır. Bu itibarla Urfa mücahedesinde milli kahramanlık, şüphe götürmez bir berraklıkla görülür ki kendi kendini idare eden Kuvayı Milliye ile bu kuvvetleri kucaklayan Urfalılara aittir. (Kerim Fırat, Urfa Savaşından Yapraklar) Günümüzde Valilik ve Belediye Başkanlığı’na ait “kurtuluş” denilerek gölgelenmeye çalışılan Urfa İstiklâl Mücahedesi ile ilgili kitap ve yayınlarda adı Urfa’da bir kışlaya da verilmiş olan Ali Saip isminin öne çıkarılması gerçeğe tekabül etmemektedir.
Urfa’nın istiklâli için verilen mücahedede Türk, gâvurla çatışmış ve Fransızları vatan toprağının bu parçasından atmıştır. Urfa’nın istiklâlini kazanmasından sadece on iki gün sonra Büyük Millet Meclisi açılmıştır. İstiklâl harbimiz doğu güney ve batı olmak üzere üç istikamette cereyan etmiştir. İlk cephemiz olan doğuda, ordumuz; Kazım Karabekir komutanlığında, Ermeni, Gürcü ve sair gayr-i müslimlere karşı galip geldi. Üçüncü cephemiz olan batıda; Yunan vesair gayr-i müslim unsurlara karşı Allah kahraman ordumuza Sakarya Zaferini nasip etti. İstiklâl harbimizin ikinci cephesi olan güney cephesindeyse Fransız Ermeni ve sair gayr-i müslim unsurlara karşı (kahraman) Maraş, (Gazi)Antep ile birlikte (Şanlı)Urfa’da milletçe yürütülen hareket zaferle neticelendi. İstiklâl Harbimiz topyekûn düşünülünce harbin Güney cephesinin bir cüzü olarak (Şanlı)Urfa’da halkın inisiyatifiyle vücut bulan mücahedenin önemini anlamak zor olmayacaktır.
Yüksel Geleri
İstiklâl Marşı Derneği Şanlıurfa Şube Başkanı
[1] Konuyu isimlendirme, işin en önemli yönü olsa gerek. Kaynaklarda en fazla “savaş” ve “mücadele” kelimeleriyle karşılaştık. Savaşçılardan söz edilirken ise “mücahitler” kelimesinin kullanıldığı görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti Riyaseti’nce 1926 senesinde madalya ile birlikte verilen İstiklâl Madalyası Vesikası’nda "مجاهدۀ ملیە" (mücahede-i milliye) terkibi yer almaktadır. Bu ifade Latin harflerine “milli mücahede” değil de “milli mücadele” şeklinde aktarılmaktadır. Bizce “mücahede” en uygun isimlendirmedir. Türk kâfirle çatıştı, bunun adlandırılması ancak mukatele yahut mücahede kelimeleri ile olabilir. Fransız işgalinin başlangıcında Urfa’da görevli Jandarma Kumandanı Ali Rıza bu bilinçle o dönemi anlattığı kitabına “Ahfada Yadigâr Urfa Mücahedesi” adını vermiştir.
1926 senesinde Urfa Müftüsü Hasan Efendi’ye İstiklâl Madalyası yanında verilen İstiklâl Madalyası Vesikası
URFA MÜCAHEDESİ ÇEVRESİNDE BİR KRONOLOGİ 30 Ekim 1918 : Mondros Mütarekenamesi’nin imzalanması 13 Kasım 1918: İstanbul'un İşgali 24 Mart 1919 : İngilizlerin Urfa’yı işgali 15 Mayıs 1919: İzmir'in işgali 23 Temmuz 1919: Erzurum Kongresi’nin toplanması 4 Eylül 1919: Sivas Kongresi’nin toplanması 5 Eylül 1919: Urfa ileri gelenlerinden Onikiler’in gizli toplantıda işgale karşı Müdafaayı Hukuk cemiyetinin kurulmasını kararlaştırması 15 Eylül 1919: Suriye İtilafnamesi(Suriye ve Kilikya’da İşgal Kuvvetlerinin Değiştirilmesine İlişkin İngiliz-Fransız Antlaşması) 30 Ekim 1919: İngiliz işgal birliklerinin Urfa’dan çekilmeye başlaması 31 Ekim 1919: Fransız birliklerinin Urfa’yı işgali 22 Kasım 1919 : Urfa Müdafaayı Hukuk Cemiyeti Reisi Binbaşı Ali Rıza’nın Harran’da aşiret reislerini toplayıp Müdafaai Hukuk’la birlik olmaları hakkında Kur’an üzerine yemin ettirmesi 9 Şubat 1920: Urfa’da Fransızlara karşı kıyamın başlaması 12 Şubat 1920: Maraş’tan Fransızların atılması 27 Şubat 1920: Fransızlara yardım ve destekte bulundukları için Ermeni mahallesinin tecrit edilmesi 3 Mart 1920: Teğmen Kemal Bey komutasında iki cebel topunun Urfa’ya getirilmesi üzerine Belediye Reisi Hacıkamilzade Hacı Mustafa’nın Fransızlara karşı genel taarruza geçilmesini teklif etmesi ve teklifin kabul görmesi 4 Mart 1920: Fransızlara karşı genel taarruza geçilmesi, çok sayıda şehit verilmesi 26 Mart 1920: Fransız kuvvetlerinin yiyecek, iaşe ve su sıkıntısının had safhaya ulaşması 5 Nisan 1920: Fransızların erzaklarının bitmesi sebebiyle Urfa’dan gitmek için Ermenilerden aracı olmalarını istemeleri 8 Nisan 1920: Doktor Beşliyan ve Ermeni milletvekili Mihran’dan gitme istekleri için aracı olmaları hususunda sonuç alamayan Fransızların bu isteklerini Dr.Vischer vasıtasıyla Türk tarafına bildirmeleri 9 Nisan 1920: Türk tarafının Fransızlarla Urfa’yı terk etmeyi istemeleri üzerine Karakoyun Deresi üzerindeki köprüde görüşmeleri 11 Nisan 1920: Fransız kuvvetlerinin gece Urfa’yı terk etmeleri, gündüz Firuspaşa Deresi’nde gerçekleşen Şebeke harbi. 23 Nisan 1920: BMM’nin açılması 20 Ekim 1921: Ankara Antlaşması, TBMM ile Fransa arasında Türkiye-Suriye sınırını belirleyen antlaşmanın imzalanması |
Firuz Paşa Deresi de denilen Şebeke mevkiinde gerçekleşen çatışmada Fransızların yenilmesinin ardından mücahitlerin Urfa'ya dönerken söyledikleri türkü. 11 Nisan günü duyulan silah sesleri sebebiyle Şebeke'ye gidenlerden biri olan Mehmet Cevdet'in(Emiroğlu) 1961'de Kuran harfleri ile yazdığı hatıratında bu türkünün sözlerinin bir kısmı yer almıştır. |
ÖNCE İSTİKLÂL YA SONRA Urfa’nın istiklâlinden sonra neler yaşandı? İstiklâl için ön safta yer alanlar sonra nelerle karşılaştılar? Bu hususlarda koyu bir karartma olduğu için maalesef güvenilir bilgilere ulaşma imkânı bırakılmamıştır. Hacıkamilzade Hacı Mustafa, Urfa’nın istiklalinin kazanılmasında en önde gelen kişi olmasına 1919-1923 arası Belediye Başkanlığı görevinde bulunmasına rağmen bugün bile ismi etrafında bir suskunluk vardır. Öyle ki hayatı etrafında bir bilgiye ulaşmak bile imkânsızdır. Hacıkamiloğlu Hacı Mustafa’yı söz konusu edinen tek kaynak denebilecek Şanlıurfa’nın Kurtuluşu başlıklı M.Cemil Hacıkamiloğlu’na ait kitap derme çatma, bir takım dağınık hatıralardan ve başka kitaplardan yapılan düzensiz alıntılardan ibarettir. Hacı Mustafa etrafındaki bu suskunluğun sebepleri ile ilgili ipuçlarına 1924-1926 senelerine ait Urfa Halk Fırkası Heyet-i İdare Mukarrerat Defteri’nde rastlıyoruz. Halk Fırkası’na ters düştüğünü buradan öğreniyoruz. Dönemin Urfa Valisi Fuat’la da anlaşamadığı belli oluyor. Dikkat çeken bir şey bugün Urfa’da Hacı Mustafa’nın ismini taşıyan bir yere, bir okula, bir sokağa rastlanmıyor olması. Oysa sıra Ali Saip’e geldiğinde Kışla dahil bir çok yerde ismiyle karşılaşmak mümkün. Urfa’nın istiklalini kazanmasından sonra konu ile ilgili ilk yayın Ali Saip’in yazdığı Kilikya Faciaları ve Urfa’nın Kurtuluş Mücadeleleri(1924) başlıklı kitaptır. İstiklal mücahedesinde en önde yer almış, başta Hacıkamilzade Hacı Mustafa olmak üzere cesaret ve büyük fedakârlıklar göstermiş Urfalıların gayretlerini görmezden gelen Ali Saip söz konusu kitabında her şeyi kendine mal etme yolunu seçmiş, Fransız işgaline son vermek maksadıyla gerçekleştirilen teşkilatlanma çabaları dâhil bütün işlerde öncülüğü hep kendine vermiştir. Hacıkamilzade Hacı Mustafa, Adana’da karşılaştığı Ali Saip’in yanındakilere “Urfa kurtuluş kahramanı Hacı Mustafa” diyerek takdim edince sinirlenerek “Yalan söyleyerek kitabında kendini kahraman ilan ettin” der. Arkasından Ali Saip’e “Benim elime fırsat geçerse bu yaptıklarının intikamını alacağım, senin de eline fırsat geçerse elinden geleni yapmaktan geri durma.” diye ekler. Ali Saip, Şebeke harbinde bulunan çetelerden aldığı öldürülen Fransızların belgelerini toplayarak Ankara’ya gider, Meclis’e girerek yerini sağlamlaştırır. (Ali Saip ilk dönem Urfa milletvekili olduğu gibi II.dönem Kozan milletvekilliği ardından III., IV., V. ve VI. dönem de Urfa milletvekilliği yapmıştır.) Belediye Reisi Hacıkamilzade Hacı Mustafa ilk Meclis’e seçildiği halde devamsızlığı sebebiyle mebusluktan düşürülür. Antep Fransızların işgali altındadır. Urfa hala tehlikededir. Zaten Urfa’dan ayrılırken bile takviye birliklerle geri dönme emelinde olan Fransızlar Şebeke’de yedikleri darbe ile bu emellerinde daha da kararlıdırlar. Nitekim Normand komutasındaki Fransız birliklerinin bir teşebbüsü Suruç’ta Hacı Mustafa’nın idaresindeki Urfa’dan gelen Kuvayı Milliye’nin desteği ile geri püskürtülmüştür. Hacı Mustafa’nın vatan savunması için uğraşırken devamsızlık sebebiyle mebusluktan düşürülmesinde orada olduğu halde Ankara’yı bilgilendirmeyen Ali Saip’in payı düşünülmelidir. Hacı Mustafa’nın başına gelenler bununla sınırlı kalmayacaktır. Önce sürgüne gönderilecek, ailesi ile İstanbul’a gitme isteği kabul edilmeyerek Adana’ya gitmesi uygun görülecek, kendisine söz verilen hazineye ait ev de temin edilmediğinden sıkıntılı günler geçirecek, sürgün bittikten sonra ise Şeyh Said hadisesinde Urfa’nın isyan mıntıkasına sokulmasıyla azalarından birinin Ali Saip olduğu Şark İstiklal Mahkemesinde yargılanacaktır. |
Konya Şubemizin neşrettiği «HANYALI KONYA» mecmuamızın altıncı sayısı İsmet Özel’in yazı başlığı olan «Türk Faşizminin Göründüğü Kadar Görülmeyen Tarihi » manşetiyle çıktı.
Çelimli Çalım Mecmuamızın on ikinci sayısı "ANAMIZ, AVRADIMIZ, YARİMİZ; KADIN MI TÜRK KADINI MI?” manşeti ile çıktı.
"Tarihin Türkçesi" paneli İstanbul'da yapıldı.
Türkeli'nin Nüfus Kaydı bir ”nüfus cüzdanı“ gibi yeniden neşrolundu.
Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in “Ve’l-Asr” ve “Neyi Kaybettiğini Hatırla” kitapları birlikte TİYO’nun 15. Kitabı olarak “Ve’l-Asr” adı ile neşroldu.
Mehmet Akif'in Asım kitabında bir ramazan vakası vardır. Köse İmam bu vakayı "saat 11 sularındaydı" diye anlatmaya başlar.