Ankara ilimizde Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in Himayesinde "Ne Dediğini Bilmek, Bildiğini Okumak" serlevhalı bir seminer tertip edilmiştir. Seminerin alt başlıklarından biri de "Ne Dediğini Bilseydi, Bildiğini Okur muydu?" şeklindedir.
Seminerde İstiklâl Korosu iki bölüm halinde toplam Türk Musikisinden 16 eseri de icra edecektir.
Seminerimiz iki celseden müteşekkildir. Seminerde on iki dernek üyemiz söz alacaktır. Sunacakları tebliğlerin özetleri aşağıdaki gibidir:
Seminer Broşürünü İndirmek için Tıklayınız
I. CELSE:
1. Kim var imiş biz yoğ iken / Durmuş Küçükşakalak, İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı
Türk tarihini Türkçenin tarihinden ayırmak kimlerin zaferi? Türklük ile bilimsellik arasındaki tezat en başta tarihe nereden bakacağımızı da açıklayıcı bir tezat. Batılılaşma cereyanı ile birlikte içine düştüğümüz kimlik bunalımında Türklük ve Türkçe hakkında bize ulaşan bilgilerin kaynağı hep gâvurlar oldu. Kendimizi göremeyeceğimiz bir malûmat yığınını “tarihiniz ve diliniz budur” diyerek paketleyip bağışladılar! Büyük bir hınçla, Türkün yaptığı şeyin tekrarına mani olmak için bu yapıldı. Anadolu’ya gelmeden önce Türklerden, Türkler gelmeden önce Anadolu’dan bahis açmak o hıncın tezahürü oldu. Türk kime, ne yapmıştı? Tarihte sadece Türkün yaptığı, onun inhisarına verilmiş şeyi kayıt altına almağa modern manada tarih denildi. Gâvurun öğrettiğine ram olup bildiğimizi okumağa mı, Türkün yaptığına dâhil olup ne dediğimizi bilmeğe mi niyetliyiz?
2. Muhammed cümleye dindir imandır / Lütfi Özaydın, İstanbul Şubemiz Başkanı ve Merkez Yönetim Kurulu Üyesi
Rasulü Ekrem’e tâbi olmadan, Ehl-i Sünnet’e ittiba etmeden “Lâ ilâhe illallâh” iddiasının Hıristiyanların ve Yahudilerinin davalarından bir farkı yoktur. Namazla salih amelin, salih amelle de cihadın arasının ayrılması; bunlardan ayrı duran bir tutumun da ahlâkla alakası yoktur. Namazsızların ve niyetlerinde gaza olmayanların ahlâk iddiası mümkün mü? Rasulü Ekrem’in tamamlamış olduğu ahlâka tâbi olunmadığı için İslâm’la ve Kur’an’la ünsiyet kurulmamış yolun sonu nereye çıkar?
3. Efradını cami’ ağyarını mani’ / Bahadır Karadağ, İstanbul Şubemiz Üyesi
Bilmek nedir? Kendini bilmek ne demektir? Ağyardan ayrılmak suretiyle kendimizi bilebiliriz. Kendimizi bildikçe de rabbimizi biliriz. Kendimizi ağyardan ayırmamız şahsiyet endişemize bağlı. Fertlerimizi cem edecek, bizden gayrıları men edecek müşterek bir bilgi sahamızın olması lazım. Yazımızı geri almadan o sahayı ele geçiremeyeceğiz. Yazımızı geri almamız demek bilimin dünyasından çıkıp bilginin dünyasına girmek demektir. Allah’tan gayrı muini olmamış Türkler ilm ile imanı bir tutup temiz kalabildiler. Bugün olanca kir, küfrün cehalet saçan düzeni ve buna gösterilen rıza sebebiyle var. O cahil insanı cehlinden ancak ve ancak Türklük döndürebilecek.
4. Atımız adımız; adımız andımızdır ya da At Avrat Pusat / Mehmet Ali Yeşil, İstanbul Şubemiz Üyesi
Âl-i İmran suresinde (14. ayet) insanlara kadınların, oğulların, altınların, gümüşlerin, ekinlerin ve davarların yanında “salma atlar”ın da nefsin şiddetle arzuladığı şeylerden olup insana süslü gösterildiği ama bunların süflî hayatın geçici metaları oldukları ifade buyrulur. Akabinde Allah’ın rızası, baki olanın ne olduğu ve cennet hatırlatılır.
İşte Türk dediğimiz millet, süflî hayatın metaı olarak zikredilen atların aynı zamanda (“düşmanlarınızı korkutan atlar bağlayın” emri sebebiyle) cennetin yolunu bilen mahlûklar olduğunu farkeden bir milletti. Cihad dışında atların sırtına binmenin caiz olup olmadığını tartışan bir milletti. Cennet, atın iki kulağı arasından menzile giren bir yerdi. Bugün atı, otomobil olarak tefsir edenler hayatı metalaştırıp, dünyayı cennet belleyenlerdir.
5. Benim oğlum bina okur, döner döner bir daha okur / Muammer Parlar, Konya Şubemiz Sekreteri
Okumak yazmaktan bahsediyoruz. Okumak dediğimiz zaman hepimiz aynı anlam alanında mıyız? Bazılarımız hemen yazılı bir metnin okunmasını, bazılarımız okullara gitmeyi, daha azımız ise ezberinden bir şeyler okumayı anlıyor. Yazımız deyince ise çoğumuz Latin alfabesiyle yazılan metinleri anlıyor. Latin harflerini aşanlarımız Arap harflerine takılıyor. Türk harfleri/İslâm harfleri diyenlerimizi ise buna nüfuz etmek bekliyor.
“Yazımız elimizden alınmakla Kur’an elimizden alındı” cümlesi müktesebatımızda hak ettiği yeri buluyor mu? Ve okuyacağımız şeyin Rabbimizin adıyla başlanması gereken bir şey olması bilgisinin bilincinde miyiz?
6. Manalı bir hayat: Türk hayatı / Oruç Özel, İstiklâl Marşı Derneği Umum Muhasibi
Bir Türk Evi’nden bahsediyorsak bunun varlığını içinde yaşayan Türk Erkeği, Türk Kadını ve Türk Çocuğu sağlamaktadır. Ev, Türk hayatını yansıttığı kadar Türk olur, Türk ise evinin ona sunduğu imkân çerçevesinde Türklüğünü gösterebilir. Ahiret yurdunu dünya hayatına tercih edenler için Türk olmanın ve Türk Evi’nin bir manası var. Türk Evi de esas gidilecek, varılacak yerin Cennet olduğu şuuru ile kullanılabilecek bir yer.
Türk evi işte bu ihtiyaca binaen doğmuş bir şey. Her odası başlı başına bir hane olan Türk evi sedirlerin üzerine minder konulduğunda oturulan, döşekler serildiğinde yatılan, yere sofra kurulduğunda yemek yenilen, içinde ocağı ve abdesthanesi olan yegâne yerdir ve topraktan yaratılmış insana yakışır şekilde ağaç ve topraktan inşa edilmiştir.
II. CELSE
7. Anlamın Kayması, Kaydırmanın Anlamı / Gökhan Göbel, İstiklâl Marşı Derneği İkinci Başkanı
Asırlardır şiirin Türk milletine kazandırdığı ne varsa hepsi siyaset sahasında heba edildi. Başta siyaset kelimesi olmak üzere bugün siyasetin bile isteye anlam kaymasına uğrattığı kelimelerin, kavramların insanları yönlendirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Meselâ bugün “medeniyet” denince insanlar İstiklâl Marşı’nın temin ettiği anlam sahasına girmiyor; tam aksine İstiklâl Marşı’na kem gözle bakanların oluşturduğu kaygan zeminde geziniyor. Hem kaydırmanın anlamına hem de anlamın anlamına vâkıf olmak için şiire müracaat etmekten başka çaremiz yok. Bizi bildiğimizi okumaktan alıkoyan şey şiir okumamızdır. Peki, şiir denince ne anlıyoruz? Türkiye’de gayr-i müslim edebiyat cephesinin kabul ettirmeye çalıştığı ölçülere vurulur bir şeyi mi? İstiklâl Marşı’nı şiir saymayan kimler? Latin yazısıyla en büyük şiirleri yazarak tek başına Türkiye’de gayr-i müslim edebiyat cephesinin saltanatını sona erdiren İsmet Özel neden yazımızı geri alacağız dedi? İşi yazmak olan şairler, edipler, muharrirler niçin yazı meselesini dile getirmedi?
8. Hoş sada-yı eşref-i milel / İlker Çokgör, İstanbul Şubemiz Üyesi
Türk, Türkçe, Türk toprakları, Türk musikisi… Mezkûr mefhumların neye tekabül ettiği Türk olmayanlar eliyle günbegün tahrifata uğratılarak bu zamana geldik. Zihin bulanıklığı azamiye erdi. Bu zihin bulanıklığında musiki, millet olma bahsinde sahip olduğu imkân sebebiyle en az diğer mefhumlar kadar saldırıya uğramaktan kendini kurtaramadı. Osmanlı musikisi, divan musikisi, İstanbul musikisi, geleneksel musiki, saray musikisi gibi isimlendirmelerle hüviyetinden koparılmaya çalışılan Türk musikisi varlığını borçlu olduğu yegâne unsurun gücüyle bugüne gelebildi. Türk karakterinden neşet eden Türk lisanı ve Türk musikisi Türk topraklarında mezcedilerek bizi milletlerden herhangi biri değil de eşref-i milel olma seviyesine yükseltti. Dili ve musikisiyle Türk milletinin cümle âleme gösterdiği şahsiyet onu belâlardan salim kıldı. Ne oldu da "oyunun tadı kaçtı"?
9. "İnanana demokrasi var; Yanında pilav" / Faysal Toprak, Merkez Yönetim Kurulu Üyesi
Menüde ne var? Evde ne var? Yediğimize içtiğimize tercihlerimiz sebebiyle mi karar veriyoruz? Yoksa İkinci Dünya Savaşı sonrası şartların ilk ayarlamasının yapıldığı Bretton ormanlarında hazırlanan menüden “demokratik” seçmeler mi yapıyoruz? Ekonomi ve demokrasi ne dediğini bilmeyip bildiğini okuyanların eğleştikleri en geniş saha. Bu yüzden Dünya Sistemi’nin mühendisleri taşeron olarak en çok serbest piyasa demokrasileriyle sıkı fıkı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Pax Americana’nın kollarında yaşamak devletin kaçınılmaz saydığı bir şeydi. Böylece Türkeli’ne giriş yapan demokrasiyi hiç beklenmedik bir şekilde birileri -milletin de desteğiyle- Türk Milleti’nin lehine çevirmeye teşebbüs etti. Bunun üzerine Dünya Sistemi 27 Mayıs müdahalesi ile cumhuriyeti ve Türk ordusunu lağvetmekle kalmadı devletin kasasında duran büyük miktarda altını da çaldı. Şimdi de milletin yastık altında tuttuğu altınlara göz diktiler. Türk milleti enayi mi? Kör taklidi yapanların kulağının üstüne yatanlarla irtibatını keşfetmek kimlere kaldı? “Ne dediğini bilenlere” cevabını yapıştırmak işin kolay yanı. Ne dediğini bilenlerin bildiği ne?
10. Sarıdır safran gibi, Okunur Kur’an gibi / Muttaki Ünlü, İstanbul Şubemiz Üyesi
Türkçe yazmadığımız ve Türkçe konuşmadığımız için paraya pare demiyoruz. Bugün para diye telaffuz ettiğimiz şey gerçekten para mı? Yalandan para olur mu? Türkçe yazıyor olsaydık “para” ile “pare”yi aynı yazacaktık. Ve paraya altın veya gümüş parçası olması sebebiyle pare dediğimizi görecektik. Bugün para olarak telaffuz ettiğimiz banknot ne altın ne gümüş paresi. O halde banknota ahz u ita yetkisi veren kim? Altın ve gümüş yerine banknotun ikame edilmesi Türklerin mi işine geliyor gavurların mı?
11. Biz Türklerin sağı solu belli olmaz ya da Sağım solum sobe / Seyfullah Köksal, İstanbul Şubemiz Üyesi
Sağcılık ve solculuk Avrupa’da, İbranî-Hristiyan geleneğin kendi içerisinde doğmuş iki siyasî programdır. Sağcılık ve solculuk bu geleneğin içinden geldiği haliyle Türk topraklarında anlaşılabilir mi? Bu minvalde neyin sağ neyin sol, kimin sağcı kimin solcu olduğunu tespit etmek mümkün mü? Türkiye’de sağcılar ve solcular arasında varmış gibi görülen mübareze, dünya sisteminin 27 Mayıs 1960 akabinde Türklüğün tamamen tesirsiz hale gelmesi için icat ettiği bir şeydir. Zira Türkiye’nin sosyalist bir dönüşüm geçirmesine mani olacak bir solculuk, İslâmî bir dönüşüm geçirmesine mani olacak bir sağcılık Türkiye’de 27 Mayıs’tan sonra yürürlüğe sokuldu.
12. Hak, hakikat, Hakka tapan Türk Milleti / Mustafa Tosun, Umum Katip
Yalanlar ve operasyonlar. Dünya hayatı bunlarla sarılmış vaziyettedir. Bu vaziyet, Türk varlığı tebellür ettikten sonra, bir dünya sistemi teşkil eder şekilde teşkilatlanmıştır. Sistem bunu demokrasi, insan hakları, serbest piyasa müdafaasıyla ve özgürlük, adalet, kalkınma yalanlarıyla (söylemleriyle) yapar. Global çete işini şansa bırakmaz. Her yerde her türden görünümlü püsküllü yalancılarını kılcallara kadar yerleştirir ve besler. Bu yalancılarını operasyonlarında bazen savaştırırken bazen de uzlaştırır. Bazen de pusuda bekletir. Sistem, sahici alternatifleri tüm silahları ve sihirleriyle iğdiş eder. Olmadı suskunluk komplosuna muhatap kılar. Sistemin istihbaratı baharat gibidir, her şeye eklenmiştir. Ağzınızın tadı bozulmuşsa tadını ayırt edemezsiniz. Midenize indiriverirsiniz. Esasında şeytanın ulakları olan bunların karşısında sadece Türk varlığı yer alır. Türk varlığı yalana ve yalanın kaynağı küfre ve şirke karşı oluştur. Türk varlığının yokluğa duçar olmaması için, her Türk, varlığını Türk varlığına armağan eder. Karşılığında ise Allah’ın rızasını ve cenneti talep eder.
Seminer Programı:
Seminerimiz dileyen herkesin iştirakine açıktır.
Şanlıurfa şehri Türkiye’nin bir parçası değildir; Türkiye Şanlıurfa’nın büyütülmüş bir hâlidir. Eğer dünyada Türkiye diye bir yer varsa bu, Urfa’nın 780.000 kilometrekareye çıkarılmış/büyütülmüş olmasındandır.
Hıristiyan takvimine göre 1942 yılında bağımsız kelimesi müstakil kelimesi yerine teklif edilince Refik Halid "Bağımsız denilince göz önüne ipini koparmış yahut henüz ipi takılmış haşarı bir at veya keçi geliyor." demişti.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in altı şiiri poster halinde neşredildi.
İsmet Özel'in her birini tek bir kitap olarak tasarladığı ve İstiklal Marşı Derneği portalinde yayınlanan "Homeros'tan Karl Marx'a Şiirin Türk Tarihi", "Türküm Doğruyum İntikamım Ülkemdir", "Tersinden Edebiyat Tarihi" ve "Önce Namazdan Soracaklar"...
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in KALIN TÜRK kitabının “Gözden Geçirilmiş, Katmerli, İlaveli” yeni baskısı yapıldı.
1989 senesinde birincisi neşredilen Cuma Mektupları kitaplarının ilk beş cildi gözden geçirilip tek bir ciltte toplandı.