"SÖNMEZ OCAĞIN BEŞ YILI" Sergisi Başbağlar Köyü'nde ve Sivas'ta Açıldı

SÖNMEZ OCAĞIN BEŞ YILI - SİVAS

Tanıtma hangi sebeple olur? Ya iki insan tanışıyorsa birisi diğerine kendini tanıştırır ve yahut birisi diğerlerine kendini tanıtır. Bu tanıtmanın gayesi ne olabilir. Ya o insanlara kendi gücünü göstermek istiyordur “Bakın ben filanca filancayım, bundan sonra bu iş böyle böyle olacak.” diye kendini tanıtıyordur. Ve yahut o kendini tanıttığı kişiden bir iş veya menfaat bekliyordur, “ Ben filanca filancayım, bana işte bunu verin.” diye bir talebi vardır. Şimdi ben 1967 yılında ilk defa ayak bastığım şehirde -1967 yılının 10 Ekim’inde geldim ben bu şehre- bu şehirde kendimi nasıl tanıtayım? Patron olarak mı hizmetkâr olarak mı? Şimdi böyle hizmet kelimesi birçok insanlara şu günlerde sevimlileştirildi. Bazıları bunu dini hizmet olarak anlıyorlar ki bu tamamen Hristiyani bir kavramdır. Almancada “dienst” diye bir kelime vardır. Bu dini faaliyeti işaret eder. Şimdi hizmetkâr olmak o bakımdan biraz böyle iyi gözle bakılan bir şey gibi oluyor ama Türk kafasında, hizmetkâr mecbur kalınan bir iştir ancak bir insan için. Hizmetkârlık pek matah bir şey değildir. Hatta Yunus Emre bir şiirinde ölülerin artık bu dünya gücünden hiç istifade edemediklerini göstermek için “Hani bunlar beyler idi, kapıcılar korlar idi” diyor. Yani “Hani bunlar beyler idi, kapıcılar korlar idi” Yani bizde öyle kapıcılık, hizmetkârlık, kapıcılık öyle makbul bir şey değildir Türk hayatında. Türk Türk’e boyun eğmez. İnsanlar birbirlerine yardım ederler, birbirleriyle beraber çalışırlar. Onun için ben Sivas şehrinde kendimi tanıtmak için Sivaslılarla beraber ne yapabiliriz meselesini esas alarak, temele bunu yerleştirerek bir şeyler söyleyeyim.

Sivas kongresi birçok çevrenin baskı ve hile ile, bize göstermek istediği gibi ve yahut şuradaki heykelin dibacesinde, kaidesinde yazdığı gibi cumhuriyetin temelinin atıldığı bir kongre değildir. Sivas kongresi Müslümanların yurtsuz ve şahsiyetsiz bırakılması tehlikesi karşısında toplanmış bir kongredir. Sivas kongresi bir İslam enternasyonali idi. Dolayısıyla kendimi böyle tanımlayayım size. Ben bu enternasyonalin bir bireyi olarak Sivas’tayım. Bir İslam enternasyonalinin ferdi olarak Sivas’tayım. Çünkü biz Müslümanlar kâfirlerin bizi sadece elsiz ayaksız değil, aynı zamanda yüreksiz ve kafasız bırakmak üzere yaptıkları şeylere şiddetli bir cevap vererek Sivas kongresini topladık. Ve Sivas kongresinde temel yaklaşım kâfirlerle herhangi bir şekilde uzlaşmış olanın reddedilmesi esasına dayanır. Sivas kongresinde esas budur. Yani hiçbir taviz verilmeme başlangıç noktası kabul edilmiştir. O yüzden ben işte tavizsizliğin belki övgüsünü yaparak kendimi tanıtayım. Yani insanın kendini tanıtması onu tanıyanların biraz da tanıdığına pişman olmasıyla sonuçlanır. Yani insan kendini tanıtırsa “Aman kendini tanıtma.” diye tedbir de alına bilinir. Yani bir insan kendini tanıtırsa onu tanıyanlar bundan pek memnun olmayabilirler. Onun için insanlar günlük hayatlarında sizi tanıdığıma memnun oldum derler ki yani bu işten kötü bir şey çıkmayacak.

Biz İstiklâl Marşı Derneği’ni 2007 yılında kurduk ve beş sene boyunca neyle meşgul olduğumuzu ve niçin böyle bir faaliyete emek verdiğimizi insanlara göstermek istedik. Yani bunu yapmadığımız takdirde bizim de birçokları gibi dünyada dönen dolapların bir dişlisi ya da bir kutusu olduğumuz izlenimi edinilebilirdi. Biz bu intibaı yok etmek için, yani İstiklâl Marşı Derneği diye bir dernek varsa bu dernek şu anda dünyada işleyen bütün mekanizmaların, insanlık aleyhine dönen bütün işlerin dışında bir şey yapıldığını gösterebilmek içindir. Neden bu kadar büyük iddiamız var, çünkü elini verenin kolunu kurtaramayacağını düşünüyoruz. Yani bir şekilde yanlışla intibak kurmak, yanlışı muhatap kabul etmek, o yanlışın bir gün bütün gücü ele geçirebileceğinin ihtimalini güçlendirmek demektir. Müslümanlar muhatap kabul etmezler. Müslümanlar sadece birbirleriyle alışveriş içindedirler, diğerleri Müslümanların yola getirmek üzere hesaba kattıkları yaratıklardır. Yola gelmek diye bir şey onlar için söz konusu değilse Müslümanlar için Müslüman olmayan bir dünya kabul edilmeyen, reddedilmiş bir dünyadır. Dolayısıyla biz yani mümin kâfir diye bir ayrım yapıyorsak karşımızda bir taraf yoktur. Çünkü biz mümin olarak varlığımızı tebarüz ettirdiğimiz zaman karşımızdaki sadece münkir değildir aynı zamanda müfsittir, aynı zamanda müşriktir, aynı zamanda fâcirdir. Yani müminin karşısında bir muhatap yoktur. Müminin karşısında bir fesat dünyası vardır. O yüzden biz elimizi kimseye uzatmıyoruz. Çünkü elimizi birine uzattığımız zaman kolumuzu kaybedeceğimizi biliyoruz. İstiklâl Marşı Derneği böyle bir sergi açtı bu sergi altıncı değil yedinci, değil mi? Yedinci sergimiz, yani buradan böyle insanların çok büyük malumat sahibi olmalarını beklemiyoruz. Sadece bildiklerinin dışında bir şey olduğunun farkına varsınlar, biz bunu kâfi görüyoruz. Sergilerimiz dolayısıyla insanlar, Türkiye’de yaşayan gaflete düşmüş insanlar -aslında buna da çok fazla inanmıyorum, insanlar ne kadar gafilseler, o kadar haindirler- yani hainler ve gafiller yaptıkları işin pek o kadar sağlam bir iş olmadığını bizim açtığımız sergilerle birazcık anlasınlar. Bizim gayemiz budur.  

Selamun Aleyküm;

İşlerin arasına sıkıştırıp Başbağlar’da bir sergi açıp kapayıp Sivas’ta bir sergi -4 gün açık kalmak kaydıyla- açma işine giriştik. İşlerin arasına -yani sonradan yapacağımız mesela bunun akabinde Kahramanmaraş şubemizin açılış merasimi olacak- bunu araya sıkıştırdık. Neden sıkıştırdık? Bir netliği temin edebilmek için. Neyin netliğini? İstiklâl Marşı Derneği 2007 yılında kuruldu, işte bu sönmez ocağın beş yılı, bir yeni moda lisan ile işlevsel bir hadise ortaya çıkarmak istiyoruz. Yani İstiklâl Marşı Derneği Türkiye’nin İstiklâl Marşı’nın yazılmasına sebep olan şartlar altında kalması sebebiyle kurulduğu için ve İstiklâl Marşı Derneği İstiklâl Marşı’nın Türkiye için yaptığını yapmaya talip olduğu için bu işin mahiyetini netleştirmek istiyoruz. Ne istiyoruz?  İstiklâl Marşı Derneği Türk milletiyle aynı gaye uğruna aynı hedefi ele geçirmek üzere bir tempo tutturabilsin. Yani İstiklâl Marşı Derneği Türk milletiyle Türk milletinin gayesi arasında bir perde, mânia, bir zorluk olmasın. Bilakis Türk milletiyle İstiklâl Marşı Derneği bu gayenin, bu hedefin temininde ahenkli duruma gelsin. Daha da netleştirelim. İstiklâl Marşı Derneği’nin bugün on birimi var -idari olarak ya da kanunlar karşısında- genel merkezi ve şubeleri itibariyle İstiklâl Marşı Derneği bulunduğu yerde yaşayan insanların bir parçası belki en önemli parçası ama bir parçası olsun. Yani Sivas şubemiz Sivaslılarla Türkiye’nin gayesi arasında bir mânia olmasın. İstiklâl Marşı Derneği’nin Sivas şubesi –bu Sivas’la kayıtlı değil, Adana’yla da kayıtlı değil, Antep’le de kayıtlı değil, Urfa’yla kayıtlı değil, Ankara’yla kayıtlı değil- yani bütün şubelerimiz bulundukları yerle Türkiye’nin hedefi konusunda bir katalizör işini görsünler. Tam tersine bir ayrıştırıcı, koparıcı unsur olmasınlar. Anlatabildim mi? Yani bütün bu yapmakta olduğumuz işlerimizin arasına Başbağlar ve Sivas sergisini sıkıştırmamızın sebebi; böyle bir beyanatı, böyle bir beyanı kafalara sokmak, girmişse eğer orda onu sağlamlaştırmak.

Şimdi, yani İstiklâl Marşı Derneği bütünü itibariyle ne yapar? Her şube ne yapar? İstiklâl Marşı Derneği bütünü itibariyle ne yapmalıdır? Her şube ne yapmalıdır? Bunu sarahatle ifade etmek üzere ben buradayım.

İki bahis esas. Birinci bahsimiz dünyada dönen dolapla, dünyada işleyen mekanizmayla ilgili. İkinci bahsimizin ne olduğunu unuttum. Aklıma gelirse söylerim. Şimdi o zaman birincisinden başlayalım, ikincisine sıra gelir nasıl olsa.

Şimdi diyoruz ki dünyada mali hegemonya olarak işleyen bir sistem var. Bu sistem bütün insanları kendi emrinde çalıştırıyor. Buna tâbi olmamak için bir yol tutturmamız gerekiyor. Dünyadaki mali mekanizma adından da anlaşılabileceği gibi parayla işleyen bir mekanizma. Para dediğimiz şeyin ne olduğunu anlamadan, dünyada mekanizmanın işleyişi konusunda sarih bir fikre varamayız. Yani parasız, para belirleyici unsur olmaksızın yaşayan bir hayat -yaşanılan bir hayat- bizim varmak istediğimiz bir nokta. Parayla birlikte biliyorsunuz faiz de söz konusu edilir. Yani faiz dediğimiz şey parasız düşünülemiyor. Ama biz Müslümanlar olarak meselenin ne olduğunu diğerlerinden yani gayr-i Müslimlerden daha iyi kavramak zorundayız. Ben tabii ki işim bu olduğu için faiz, para falan filan konusunda epey sayfa çevirdim. Ama işin ne olduğunu anlamam ancak İmam-ı Azam'ın bir beyanıyla mümkün oldu. Neden biz paranın belalı bir şey olmasından sakınmak için faizden uzak durmak zorundayız? Yani mutlak manada faizi niçin reddetmeliyiz? Bunu anlamamız lazım. Faizi kısmen dahi kabul etmemenin gerekçesi nedir? Yani faiz haram olan tek şey değil, ama faizin geçerli olduğu bir yerde bütün haramların kendine yayılmak için, çoğalmak için bir alan bulduğunu bilmemiz lazım. Yani bir yerde faiz varsa, orada her türlü kötülük olabilir. Her türlü kötülük, aklınıza gelebilecek her türlü kötülük.

İki kişi bekliyorlar. Birisi İmam-ı Azam, diğeri arkadaşı. Hava sıcak güneş de tepede değil herhâlde birazcık hareket etmiş batmaya doğru. “Burada, güneşin alnında durmayalım” diyor, İmam-ı Azam'ın arkadaşı. “Şu evin gölgesinde bekleyelim daha rahat ederiz” diyor. İmam-ı Azam “hayır” diyor. “Burada kalacağız, burada bekleyeceğiz”. “Çünkü” diyor “O evin sahibinin bana borcu var, eğer ben o evin gölgesinde durursam bu faiz olur” diyor. “O evin sahibinin bana borcu var, ben o evin gölgesinde durursam bu faiz olur” diyor. Ne anlıyoruz bundan? Mali bakımdan güçlü olanın lehine ne yaparsan bu faizdir. Mali olarak gücü elinde bulunduran insanın lehine ne yaparsan o faizdir. Onun için bir Müslüman’ın ağzından şu cümle sudur etmez: “Bugün dünyayı Amerika yönetiyor.” Bu adam dinden çıkar. Anlatabiliyor muyum? “O adamın bana borcu var, ben onun evinin gölgesinde durursam bu faiz olur.” Demek ki dünyada bir şey söz konusu, şimdi Müslümanlar ayetle ve hadisle sabit olduğunu bildiğimiz bir tavrı dinlerinin gereği sayarlar. Nedir o? Borçtan kurtulmak. Öyle değil mi? Yani bir Müslüman’ın ilk işi borçtan kurtulmaktır. Neden? Çünkü borç, borç verenin lehine işleyen bir sistem yaratır. Yani borç verebilenin rahat ettiği her şey kötüdür. Borç alanın sıkıntıda olduğu her şey kötüdür. Ve bugün dünya, insanların borçlandırılması esasıyla işliyor. Ve yani faizle işliyor. Herkes bir kere herkes, dünyada yaşayan her fert, imkânlarının ötesinde bir hayata icbar ediliyor. Herkes imkânlarının ötesinde bir hayatı yaşayabilmek için borçlanmak zorundasın. Yani borç almadığın takdirde yapamayacağın işler vardır. Yani bütün işler borç almadığın takdirde yapılamayan işler. Mekanizma böyle işliyor. Yani mekanizma tamamen gayr-i İslamî. Yani Avrupalılar Osmanlı Devleti’nde hâkimiyetlerini mutlaklaştırmak için - ki bu kırım savaşından sonra gerçekleşmiştir- devamlı olarak onlara banka açma telkininde bulundular. “Banka aç!” “Hani sizin bankanız”  ve zaten ilk açılan Osmanlı bankası da Fransız-İtalyan Yahudilerinin sermayesiyle açılan bir bankadır. Ermeniler de böyle diyorlardı: “Osmanlı bankası ne kadar Osmanlıysa biz de o kadar Osmanlıyız” diyorlardı. Yani şimdi böyle şeyleri esas almadan nefes alamayız. Bunu herkes bilmesi lazım. İmkân... Eğer bir şey satın almak istiyorsan onu alabilecek güce eriş. Yani “alırım, nasıl olsa borcunu öderim” yahut “alırım o aldığım şey defaatle onun parasını çıkarır, ben onu işleteceğim.” Yani onu sen borçla aldın, sonra o bir iş yapıyor -aldığın alet ya da bilmem ne- sen diyorsun ki “Onunla onun borcunu öderim, kâra da geçerim.” Bu aslında dünyada yürüyen işi sadece hızlandırmış olmuyorsun, pekiştirmiş oluyorsun. Yani bu olur mu, olmaz mı? Bu konuda insanlar olur mu olmaz mı diye düşüneceklerine oluyor mu olmuyor mu diye bir baksınlar. Yani senin hayatın borçlanmadığın zaman mı içine sinen bir hayat, borçlandığın zaman mı? Yani bunu herkes kendi hayatında birer birer, gün be gün anlayabilir yani. Dolayısıyla yani bir yola girilecekse bu yola insanların Adem ahfadından olduğu ve Allah tarafından kendilerine bildirilmiş olan şeyin dışında bir şeyi geçerli saydıkları takdirde, bundan dolayı helak olacaklarını bilmeleriyle yaşanabilir.

Yani ilk işimiz şeytanlaşmaktan kurtulmak olmalıdır. İlk işimiz. Şeytanlaşmak nedir? Şeytanlaşmak kendini bir bok sanmaktır. Şeytan Allah’a niye itiraz etti? “Onu balçıktan yarattın, beni ateşten.” Ateşin balçıktan daha üstün olduğuna da kendisi karar veriyor yani. İnsan müstağni olduğu zaman muhakkak azar. Ateşin balçıktan daha üstün olduğunu nereden çıkardın yani. Yani benim yaptığım senin yaptığından daha iyi. Nereden belli? Ben helal bir iş yapıyorum sen yapmıyorsun. O zaman iyilik kötülük diye bir şey karşılaştırması yapmıyoruz, doğru yanlış diye bir şey karşılaştırması yapıyoruz. Yani insanlar kâfirler eliyle, kâfirler diliyle öyle bir yola sokuldular ki her parçanın diğeri aleyhine işlediği bir terkip esas alındı. Yani insanı bütünlüğünden, tamlığından ayırdılar ve bu ayrılma, yani insanı parçaladılar ve her parça diğeri aleyhine çalışıyor. Yani mesela şöyle bir laf söylüyorlar: “Benim özel hayatıma karışamazsın.” Yani demek ki hayatın bir özeli var bir geneli var. Ondan sonra “İş hayatında çok başarılı.” “Türkiye ekonomik bakımdan iyi.” mesela. Yani şu bakımdan kötü ama şu bakımdan iyi. Yani İnsan fert olarak da toplum olarak da bir şeydir. Başka bir şey olduğu zaman o artık o olmaktan çıkmıştır. Yani “ben iki şahsiyetliyim”. Bunların hepsi küfrün bize yutturdukları dolmalardır. Yani insan her parçanın diğeri aleyhine işlediği bir bölünmeye uğrar. Bu bilerek yapılmış bir şeydir, kasten yapılmış bir şeydir. Ve insanları Roma İmparatorluğu’nun icat ettiği sloganla “divide et impera: böl ve yönet” yani bir yeri parçalayabiliyorsan orayı idare etmekten kolay hiçbir şey yok. Şimdi demek ki yani bu dünyada işler neden dönüyor? Yani insanların borçları neden her gün biraz daha artıyor? Çünkü borç veriyormuş gibi yapan -onu da anlamamız lazım- yani dünyada öyle birileri birilerine bir şey, borç vermiyor. Sadece kölelik şartlarını ağırlaştırıyor. Yani “Sen kölem olacaksın ama daha yakışıklı bir köle olmak istiyorsan şunu da yapacaksın.” Yani o kölem olacaksın kısmını belki ilk planda söylemiyor, ama “Nasıl olsa anlamaz.” diye onu başka bir dilde söylüyor. Sen de o dili öğrenmeye çalışıyorsun.

Şimdi İstiklâl Marşı Derneği bir kere adı dolayısıyla bu işe bir tatminkâr izahat, temin ediyor. Yani İstiklâl Marşı Derneği. İstiklâl, Marş, Dernek. Bir kere şu istiklâl işini anlamamız gerekiyor. Bildiğiniz gibi “İstiklâl” Arapça bir kelime değildir, Türkçe bir kelimedir, “istiğfal” babından türetilmiş bir kelimedir. Arapça dil kurallarına göre söylenmiştir ama Türkler İstiklâl demeden önce hiçbir Arap bu kelimeyi tanımıyordu. “İstiklâl” Türklerin dünyaya tanıttıkları bir kelimedir. Ve bağımsızlık kurtuluş demek değildir, bir şeyi alıp götürmek, taşımak, yükü üstlenmek manasına gelir. Yani “Türk İstiklâli” dediğimiz zaman Türklerin neye tekabül ettiklerini dünyaya göstermek esastır. Türk İstiklâli budur. Türkler neye tekabül eder? Türkler dünya tarihini değiştirmeye tekabül eder. Dünya tarihi yani Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasıyla başlayan farklılık, yani Kur’an-ı Kerim nazil olmasaydı dünyanın gitmesi muhtemel bir istikamet vardı, Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasıyla bu istikamet değişti. Türklerin bir vatan sahibi olmasıyla da dünya tarihinin istikameti değişti. Yani Türkler kâfirlerin “Küçük Asya” adını verdikleri toprağı vatan haline getirmemiş olsalardı, dünyanın gitmekte olduğu bir istikamet vardı zaten. Bunun cereyanıyla beraber Küçük Asya denilen toprağın Türk vatanı olmasıyla beraber dünya tarihi başka bir istikamet tutturmak zorunda kaldı. Yani Türklerin vatanı Küçük Asya olmamış olsaydı önceki olan bitene bakarak işte insanlar bundan sonra şunu yapacaklar falan filan diyecektik. Tıpkı Kur’an ı Kerimin nazil olmamış olsaydı…

Şimdi bu işleri anlamamız lazım. Bu işlerin hepsi siyasettir. Kureyş nedir bilmemiz lazım. Anlatabiliyor muyum? Yani İslamiyet ilk nazil olan ayet-i kelimeden itibaren Allah iradesi karşısında kendini hesaba katılır bir unsur şekline sokmak isteyenlerin, işlerinin sonuç vermeyeceğini göstermek üzere Kur’an-ı Kerim inmiştir. İlk nazil olan ayetten itibaren bu böyledir. Türklerin bir vatan sahibi olmaları da gayri-Müslim dünyanın itibarının hiçbir hükmü olmadığını göstermeye matuftur. Yani bu bir kavmin kendine yaşayacak yer araması falan filan değildir. Yani Türkiye ne Arnavutluk’tur, ne İtalya’dır, ne Hindistan’dır, ne Venezuela’dır. Türkiye gayri-Müslim âlemin, itibarının, hükmünün tanınmadığı yerdir. O münasebetle bugün İstiklâl Marşı Derneği’nin programı da tamamen İstiklâl Marşı metni dolayısıyla, İstiklâl Marşı Derneği’nin programı bundan ibarettir.

Bilmem bir şeyler anlatabildim mi? Yani insanın kendi mevcudiyetini teyit etmesi ancak ona Allah tarafından yoldaş olarak verilmiş olanın mevcudiyetini teyitle mümkündür. İnsanın kendi mevcudiyetini teyit etmesi “cogito ergo sum” ile olacak bir şey değildir. İnsanın kendi mevcudiyetini teyit etmesi, Allah ona hangi yoldaşı verdiyse onun mevcudiyetinin teyidiyle açığa çıkar. Ya da yerine oturur. Onun için “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, kendiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için de istemedikçe iman edemezsiniz.” Bu işin aslı esası bundan ibarettir. Borç harç işi de bununla alakalıdır. Sen mümin kardeşini alçaltmak üzere borçlanıyorsun. Dikkat et girdiğin borç, altına girdiğin borç kendi paçanı kurtarmak için değil, başkalarının paçalarını kurtarmaması için, yani yoksa niye borçlanasın. Kendi yağında kavruluyorsun, maksat kavrulmaksa eğer. Yani şimdi kavrulmak ne için yenebilir hale gelmek için değil mi? Yani insanlar ağızlarından çıkanı kulaklarıyla işitseler her şey yerine oturacak. Biz Martin Heidegger’in dediği gibi dilin bize ne söylediğini umursamıyoruz. Heidegger öyle der “Bırakın dil konuşsun.” Yani lisan bir şey söyler. Lisanın ne dediğini dinlersen oradan bir şey öğrenirsin. Dil, bizzat lisanın kendisi muallimdir. Onun için şiir vazgeçilmez bir şeydir. Yani “Ne olacak lan şiirsiz de ben bilgi edinirim.” dersen yaya kalırsın hatta kötürüm olursun. Dikkat ederseniz İslami metinlerin birçoğunda adam bir şey izah eder eder, ondan sonra da şiir der iki nokta üst üste bir mısra okursun orda. Çünkü o aslında bütün o muradını o adamın böyle kelimelere dökülerek değil, kelimelere hayatiyet vererek söylediği şeyle anlaşılabilen bir şeydir. Yani düşünceleri kelimelere dökmek diye bir şey vardır. Fakat kelimelere can vermek şiirin işidir.

Diyelim bitirelim isterseniz. Peki. Selamun Aleyküm

İsmet Özel, Sönmez Ocağın Beş Yılı Sergisi - Sivas, 14 Zilkade 1433 (30 Eylül 2012)