BİR RÜYA GÖRDÜM
Soyuma sopuma dair...

Rahmetli Lütfi Hocamızın portalımızda yayınladığımız bu son yazısı mahiyeti itibariyle de meğer veda yazısı imiş. Lütfi Hocamıza Allah'tan rahmet rüyasının da duası üzerine hayırlara tebdil olmasını diliyoruz. 

...

Bir rüya gördüm Hak Teala hayırlara tebdil etsin; önceden hiç bulunmadığım bir mekanda idim ki derneğimiz azası ile dolu idi. Sadece iki kısmında bulunduğum için oraları hatırlıyorum. Uzun ve geniş bir giriş aşina olduğum dernek üyeleri ile dolu idi. Alışveriş yapmışlar satın aldıkları eşyayı denk yapmakla meşgullerdi. Selam verdim iştiyakla mukabele ettiler. Oradan ilerleyip önü ayakkabılarla dolu eni boyundan hayli dar bir oda zemin el dokuma halılarla döşenmiş, zeminin duvarlarla bitiştiği yerlerine yün minderler konmuş, duvarlarda halı kaplı hasır yastıklara yaslanmış, çoğunun simasına aşina olduğum dernek azası ile lebaleb dolu idi. Kimi bağdaş kurmuş, kimi ayaklarını uzatmış, diz dize omuz omuza oturmuş hararetle sohbet ediyorlar. Bir köşesinde de her zamanki mütebessim yüzüyle ve sakin ve mutmain tavrıyla reis-i umumimiz üyelerle sohbet ediyor sorularını cevaplandırıyordu.

Selam verdim hararetle mukabele ettiler ama ben şaşkınlık ve hayretten kala kaldım. Bir senedir zihnimiz ve hafsalamıza ne kadar kazılmışsa bu mesafeli yaşama hali rüyada bile aklımdan çıkmamış neredeyse bana ayrılan yere oturamayacaktım. Şaşkınlıktan kurtulup oraya sokuldum ve “oh be kurtulduk” dedim bu içine düştüğümüz/düşürüldüğümüz halâttan.

Hal hatır sorulduktan sonra mevzu mutadı olduğu üzere lisan ve kelimeler bahsine geldi. Oradakiler yazılarımdan nakiller yaptılar, hayretlerini ifade ettiler, kimileri kendi keşiflerini söyleyip araştırmamı söylediler. Orada bulunup da şaşkınlıkla söylenilenleri dinleyen önceden hiç görmediğim iriyarı sert görünüşlü birisi bütün pervasızlığıyla “kardeşim bunları kendi aranızda tadımlık kabilinden söyleyip her defasında beni hayrette bırakıyorsunuz. Bizi doyur daha çok şeyler duyayım ki kalbimiz mutmain olsun. Aha bu arkadaş “soy sop” kelimelerinin “dedeyle âbâ” ve “ecdad”la alakası olmadığını “mensubiyetle” alakalı olduğunu söyledi. Bunu dipli köşeli bir izahla anlamak istiyorum, bu arkadaşın izahı ile mevzu noksan kalıyor.” dedi sonra gülümseyerek ekledi “yeni mevzuun bu olsun en yakın zamanda izahını okumak istiyorum.” “Madem bana ödev verdin baş üstüne” dedim ve dışarı çıktım.

Dışarıda Muammer kardeşimi gördüm abdest tazelemiş çoraplarını giyiyordu. Ayak üzeri hasbihal ettik ve bazı meseleler üzerinde konuşarak hava almak üzere yürüdük. Konuştuğumuz mevzuların daha önce başka bir rüyada da görüştüğümüz düşüncesi zihnimde hasıl oldu ve uyandım. Yatağın içerisinde doğruldum ve gözümden yaşlar gelmeye başladı ağlamamı bir türlü durduramadım. Ağlamama sebep ne oldu bilemedim. Hasret kaldığım dostlarımız için mi, dernek faaliyetlerinden uzak kaldığım için mi, içinde bulunduğumuz garip durum mu, yahut hepsi üst üste geldiğinden mi, hala aklıma bu rüya geldikçe bizim oraların tabiriyle dolukuyorum, yani ağlamaklı oluyorum.

Ertesi gün verilen vazife istikametinde tetkiklere başladım; önce soy kelimemizle ilgili muhtemel masdarları mezkur kelimemizin seslerini dikkate alarak Okyanustan inceledim; hem sad ile olan savy صوی hem sin ile başlayan sevy سوی maddelerine baktım, mana münasebeti gözükmüyordu. Peltek se ile olan sevy ثوی maddesine baktığımda orada bir mana münasebeti yakalamış olduk. Fakat soy kelimemiz üzerinde biraz daha tedkik ve tefekkür ifa etmek üzere ayrıca yazımız uzayacağı için mülahazalarımızı başka bir zamana bırakmayı daha münasip gördük.

Keza sop kelimemizi de aynı minval üzere tedkik ettiğimizde savb صوب maddesinde aramış olduğumuz mana münasebetini tesbit etmiş olduk ortaya çıkan malumat Türkçenin İslami aslını bir defa daha aksettirdi.

Burada bir hususa temas edilmesi gerektiği hasıl oldu; Lisanımızdaki bu tarz ikili tabirlerin öyle öğretilegeldiği gibi ses yansıması(!) olmayıp ilki ikincisini -şimdikilerin pekiştirme dedikleri- tekid etmek üzere söylenilen kelimelerdendir ki zannedilenin aksine manasız değildir. Yani kupkuru dediğimizde başta söylediğimiz “kup” kelimesi de kuru demektir, keza taptaze, tertemiz, kaskatı tabirleri de aynı kabildendir. Bu mevzu ile alakalı tafsilatlı malumat isteyenler neşrettiğimiz kitaplardan okuyabilirler. Soy sop tabirinin de bu neviden olduğu akla geliyor. Fakat bu defa tekid başta değil de sona gelmiş. Bu da sop kelimesinin başlı başına manası olan bir kelime olduğunu evleviyetle aklıma getirdi. O zaman da sop kelimesinin aslını esasını araştırmak icab etti. Biz de bu vecibeyi ifa etmek üzere Okyanus’a baktık ve bana göre harika bir mana zuhur etti.

Sop صوپ kelimesi sesleri ve imlası itibariyle savb صوب maddesine müracaat ettik. Mastardan lisanımızda istimal ettiğimiz birkaç kelime var; isabet, musibet, savab, tasvib ve bizim tesbitimize göre isabet etmesi manasından dolayı “saplamak” fiilimiz. Mastarımız iktibasımızdan da anlaşılacağı üzere bir yere erişmek, dokunmak, sabitlenmek manaları çerçevesinde olduğunu görüyoruz.

Okyanus’un savb masdarı ile alakalı beyanı şöyledir:

es-savabu الصوب rast ve dürüst manasına isimdir ki hata mukabilidir nitekim hak batıl mukabilidir yukalu esabe es-savabu ve hüve zıddul-hatai يقال اصاب الصواب وهو ضد الخط el isabetü الاصابة bir nesneye gereği gibi doğruluğuna varub erişmek manasınadır yukalu esabe es-sehmu er-ramyete iza kasedeha ve lem yecri يقال اصاب السهم الرمية اذا قصدها و لم يجرِ ve bir nesneyi aşağıya doğru indirmek manasınadır ki isat mukabilidir… ve istisal eylemek manasınadır ki bir nesneyi bitemame ihlak eylemekten ibarettir ve bir kimseyi bir afet ve musibetle azarde eylemek manasınadır… es-sayub الصَّيوب ve es-savib الصويب  saib manasınadır ki muhti mukabilidir… et-tasvib التصويب tefil vezninde bir kimseye savab söyledin yahut savab işledin deyu savaba nisbet eylemek manasınadır… es-saybu الصيب savb lafzında lügattir ki bir nesneye doğru varub erişmek manasınadır yukalu sabe yasibu sayben ey esabe.
يقال صاب يصيب صيباً اي اصاب

Bilindiği üzere İslam, cahiliye davası olan asabiyet ve kavmiyet davasını reddetmiş buna göre asıl olanın İslam’a mensubiyet olduğunu bunun dışındaki mensubiyet davalarının İslamla beraber devam ettirilmeye kalkışılmasının cahiliyeye avdet etmek olduğunu beyan etmiştir. Bir kimsenin ben felancanın oğluyum torunuyum yahut sulbünden geliyorum veya şu kavimdenim bu kabiledenim demesinin kendine kazandıracağı bir şey yoktur. İslam gelmiştir ve üstünlüğün, şerefin, izzetin ancak Allah ve Rasulüne tabi olmakla ve takva ile olabileceği beyan buyurulmuştur. İslam ve onun getirdiği mensubiyetler ancak bir iftihar vesilesidir. Vahyin emretmesi ile hicret vuku buldu ve bu vakıa ile Muhacir ve Ensar vasıfları ortaya çıktı. Sahabenin bir kısmı İslam uğruna yerlerini yurtlarını, mallarını mülklerini, hısım akrabasını terk ederek başka bir yere yani o zamana kadar ismi Yesrib olan Medine’ye hicret etti ve onlara Muhacir dediler. Medine’de Muhacirlere kucak açan ve barındıran müminlere ise onlara her hususta yardım ettikleri için Ensar ismi verildi. Ve her iki taife de Kur’an’da övülmüştür bu nedenle Muhacir ve Ensar olmak iftihar vesilesidir; onlara mensup olanlar tarihimiz boyunca hayırla gıpta ile yad edildiği için bu mensubiyet ve tabiiyyet İslam’ın doğurduğu bir vakıadır. Tıpkı bunun gibi tarihimizin bir devresinde İslam’ı yok etmek üzere harekete geçen haçlı seferlerini durdurmak ve Sünnet-i seniyyeyi ve İslam’ın aslı olan Ehl-i sünneti ihya etmek suretiyle zuhur eden Türklük de İslam’ın ortaya çıkardığı tarihi bir vakıadır, tıpkı Muhacir ve Ensar gibi. Takva sahibi Müslümanlar Kur’an'a tabi olarak gaza ve cihadla emrolundukları şuuruyla bir millet teşkil ettiler. Bu Müslümanları diğer Müslüman taifelerden ayırd etmek üzere dostları da düşmanları da Türk, edindikleri vatanlarına da Türkiye ismini verdiler. Şeriata ve takvaya uygun olarak ağızlarından dökülen kelimelerden teşekkül eden lisanlarına da Türkçe denildi. Soyumuz da sopumuz da budur.

Bu mülahazalar ve malumatımız ve mezkur kelimeye kaynak olarak gösterdiğimiz savb صوب masdarının lügatimizin yazdığı manalarını birleştirdiğimiz zaman sop صوپ dediğimizde bir mensubiyetten ve tabiiyetten bahsediliyor olması bize daha münasip görünüyor vesselam.

Lütfi Özaydın
26 Recep 1442 (9 Mart 2021)

BİR RÜYA GÖRDÜM
Soyuma sopuma dair...

Rahmetli Lütfi Hocamızın portalımızda yayınladığımız bu son yazısı...

KUR'AN HARFLERİ DENİNCE TÜRK YAZISI ANLAŞILIR

Hıristiyan takvimine göre 19. Asırda İngiliz başvekili Gladstone şöyle demişti: “Ellerinden Kur’an’ı almadıkça Türkleri mağlup edemeyiz.” Gladstone’un dediği Hıristiyanların 1928nci yılında vuku buldu.

İNDE İNDİNDE İNDÎ EKLENDİĞİNDE

Türkçenin kelimeleri itibariyle Kur’an ve Sünnet kaynaklı olması sadedinde bunu göstermek üzere tesbit ettiğimiz kelimelerin sonunu getirmenin imkân ve ihtimali yok.

OSMANLI YOKKEN TÜRK YAZISI DA MI YOKTU?

Türk yazısı Osmanlı’nın esamisi okunmazken de Osmanlı ortadan kalktıktan sonra da vardı. Osmanlı yokken Türk yazısına Selçukluca demiyorduk, şimdi de demiyoruz.

KELİMELER KELİMELERİMİZ BİZ SİZ

Okumak yazmaktan bahsediyoruz. Okumanın; “Kur’an okumak yani kıraat”, yazmanın; “Kur’an-ı tahsin ile yazmak yani hat” olduğunu söylüyoruz.