Türkiye ülke olarak “millî bir varlık” haline gelebilirse, bütün toplum bir millet olmanın ritmine uyarsa, çözemeyeceği hiçbir mesele, başa çıkmayacağı hiçbir zorluk kalmaz; ama bu husus Türkiye’de bilhassa kaçılan bir şey. Yani Türkiye’de milletin var oluşu kavramı kendisinden en kolay uzaklaşılan ve yanına hiç yaklaşılmayan bir kavram olarak görülmekte ve siyaset bu kaçış üzerinde dönüyor. Bir şekilde dünyada kârını azamiye çıkarmak isteyen grupların sözcülüğünü yaptığın kadar Türkiye’de sözü geçen insan olabiliyorsun. Bunun tersine çevrilmesi mümkün müdür? Mümkündür. İnsanların basit birer alet olmadan yaşayabildikleri bir ekonomik yapı temin etmeleri mümkündür.
"Biz İstiklâl Marşı Derneği'ni Türkiye'nin varlığının tehlikede olduğu görüşüne sahip olduğumuz için kurduk. Türkiye'nin durumu pek o kadar da kötü değil diyen...
İşler Türklerin Türkleri itaat ettirmesiyle yürümez. Ve zaten bu bir karakter olduğu için, bu bir tarihi rol olduğu için ‘eğik boyun’la bu rolün ortaya çıkmasına imkân yoktur.
"86 yıllık devlet hayatımızı manasız geçirmiş bir toplumuz. Bunu manalandırmak isteyen az sayıdaki insan sürekli eza ve cefa içerisinde bırakıldı
Sakarya Meydan Muharebesi’nden sonra İstiklâl Marşı sanki bir vitrin malı gibi algılandı; ne dediğine hiç kimse kulak vermedi.
Bizim kendimize mahsus bir hayatımız olması ve dünyada yaşanacak yer olarak Türkiye'nin işaret edilmesine sebep olacak bir donanıma sahip olmamız bizim şuurlu bir şekilde iktisadî bir düzenlemeye başvurmamızla mümkün olacak.
"Türkiye'de, İstiklâl Harbi’ni kaybedenler bir an pes etmedi, İstiklâl Harbi’ni kazananlar bir an söz sahibi olmadı."
"Türk milleti XIII. asırda doğmuştur ve bu doğumda ebeliği Yunus Emre yapmıştır.